Bir pazar günüydü. Sabahın erken saatlerinde Edremit’e gitmiştim. Sokaklarını dolaşmaktan çok keyif aldığım Edremit’te bu kez, otobüsten indiğim gibi hiç vakit kaybetmeden Dereli Köyü’ne gidecektim. Pazar günü olması nedeniyle köye otobüs yoktu. Kendi aracım olmadığı için köye gidebilmem için birilerinin gelip beni alması gerekiyordu. Köye zeytin hasadına davet eden arkadaşım Kader, sağ olsun bu durumu önceden düşünmüş. Edremit Otogarı’na indikten kısa bir süre tanıdıkları gelip beni aldılar. Dereli, Edremit merkezine yakın olan köylerden biri. Çok zaman geçmeden artık köydeydim.
Önce Kader ile hasret giderdik. Kendisi ile geçtiğimiz eylül ayında köylerinin hayrında tanışmıştık. Hayır yemeklerini yapan tayfanın arasındaydı. Kader gibi Saniye abla ve diğerlerini de çok sevmiştim. Her biri içtendi, doğaldı. Aramızda samimi bir bağ oluşmuştu. Köylerine daha sonra gelmem için davet etmişlerdi. Hayırdan sonra Kader çalıştığım eczaneye gelmişti. Zeytin hasadına başladıklarını söylemişti. Kader ve ailesi günün erken saatlerinde hasat yollarına düşüyorlardı. Hikayelerinin bir parçası olmak istemiştim. Kazdağları’nın eteklerinde yer alan köyde doğa ile bütünleşmek istemiştim. Çok kısa bir süre öncede tanıdığım bu güzelim insanları yine görmek istemiştim.
Köyün harika manzarasına karşı oturmuştuk. Kader ile kahve eşliğinde sohbet ediyorduk. Ailenin diğer fertleri çoktan zeytinliğe gitmişti. Hasat zamanını geçirmiyorlardı. Kader beni beklemişti. Kahvelerimizi bitirdikten sonra yola çıkacaktık. Dürüst olmak gerekirse keyfim yerindeydi. Bütün gün çalışmaktansa Kazdağları’nı seyretmeyi tercih ederdim. Bütün gün otursam bu eşsiz güzelliğe doyum olmaz. O zaman tembelliğe hiç gerek yoktu. Kalktım ve hasat için daha uygun olacak kıyafetleri giydim. Başımda çember, ayağımda şalvarım ve siyah lastiklerim ile hazırdım. Bu görünüşüm ile köyleri ve dostane insanlarını sevmenin verdiği yakınlığı yansıtıyordum.
Zeytinliğe gidiş yolumuz çok güzeldi. Attığımız her adımda sonbaharın renklerini doyasıya yaşıyorduk. Arkama dönüp baktıkça geriye kalan hep doğanın mucizesiydi. Kazdağları’na özgü hiç durmadan akan çeşmeler, çiçekler, ağaçlar bizi selamlıyordu. Hava yazı aratmıyordu. Kuş sesleri, en dinlendirici melodisiyle bize ulaşıyordu. Kader ile sanki bunu bozmamak için sözleşmiştik. Az konuşuyorduk. Kazdağları bir kez daha beni büyülemişti. Yaşyer Köyü’ne doğru ilerliyorduk. Kader ilkokulda Yaşyer Köyü öğrencileri birlikte yaptıkları piknikleri anlatıyordu. Kendi okuduğu okulda şimdi oğlu okuyordu. Köylerinin geçmişini biliyordu. Babası kendisine küçükken anlatmış. Bunları benle paylaşıyordu. Hasada çoktan başlayan ailesi bizi merak etmiş. Gelip bizi aldılar. Yolun geri kalanını araç ile tamamladık.
Zeytinliğe gelmiştik. Aile ile tanıştım. Sıcak bir karşılamaydı. Hasadı sohbet eşliğinde şakalaşmalarla, gülüşmelerle kimi zaman müzik eşliğinde yapıyorlar. Biz zaten geç gelmiştik. İşe hemen başlamalıydık. Düzeni öğrenmeliydim. Tentelere düşen zeytinleri renklerine, boyutlarına göre ayırmaya başlamıştım. Bir kasayı ağzına kadar zeytinle doldurmak gerçekten çok zordu. Büyük bir emek gerektiriyor. Kasalar dolduktan sonra hepsi çuvallara dolduruluyor. Sırık ile silkme yöntemiyle hasat yapılıyordu. Zeytin ağaçlarının zarar görmediğinden emindim. Ağaçlar yeni filizler sürecekti. Yaşlı dallardaki zeytinleri topluyorduk. Zeytinler de dağların özgürlüğünü yaşıyordu. Kimi tentelerin çok ötesine gitmişti. Otların arasından onları bulmalıydık. Hasat kendi seyrinde devam ediyordu. Zeytini her elime aldıkça binlerce yıldır devam ettirdiği bereketi, şifayı hissediyordum.
Kasalar dolmaya devam ediyordu. Aileyi çok daha yakından tanımıştım. Ailenin bir kısmı Edremit’e çok yakın olan Çanakkale’nin Yenice ilçesinde oturuyorlardı. Yardıma gelmişlerdi. Kiminin çocuğu okula gidiyordu. Onları orada bırakmışlar. Kimi Edremit’te bir başka tanıdıklarında kalıyordu. Kimisi de Kaderlerin evindeydi. Ailelerin bu süreçte ister istemez yaşamları değişiyor. Mevsimlik göç ile işçilerin neler yaşadıklarını biliyoruz. Bu konuları da gündeme getirmek gerekiyor. Kader ve ailesi belki de mevsimlik işçilerin aralarında en şanslıları. İşçi dediğime de bakmayın. Onlar akrabalığın dayanışması içinde olan güveni, emeği, bereketi bu topraklarda işleyenler. Evimi aratmayan ilişkilerine tanık olmak mutlu ediyordu. Kazdağlar’ının simgesi olduğu bütün değerleri bir arada yaşıyordum.
İş arasında ne kadar sohbet etsek de herkes aynı tempoda çalışıyordu. Onlar gibi her gün bu işi yapmıyor olsam da yabancılık çekmedim. Belki biraz daha erken yorulmuş gibiydim. Neyse ki kısa bir süre sonra öğlen yemeğimizi yiyecektik. Zeytin ağaçları huzurunda bir lokmayı paylaşmak çok anlamlı ve değerliydi. Ailenin evinde gibiydik. Allah ne verdi denir ya bizim soframız öyleydi. Tam da benim Kuzey Ege’mizin çok sevdiğim zeytinyağlı lezzetlerinin yer aldığı mükellef bir sofraydı. Zeytinlerimiz, ev yapımı çeşitli peynirlerimiz, reçellerimiz, zeytinyağlı salatamız, birden fazla zeytinyağlı yemekler, sarmalar yok yoktu bereket sofrasında. Hepimiz afiyetle soframızdan kalktık. Tekrar başlamıştı hasat.
Onlar her gün yapacakları işleri biliyorlardı. Hasadın son günlerine doğru geldiğim için iş azalmıştı. Hangi ağaçların kaldığı belliydi. Zeytinleri ona göre topluyorduk. Var olan düzenlerine uyum sağlamıştım. Onlar kadar hızlı değildim ama işimi yarıda bırakmıyordum. Bazen dağılan yaprakları, dalları topluyordum. Bazen bir tentenin altında az kişi kalınıyordu onlara yardım ediyordum. Hasat devam ederken doğanın keyfini de olabildiğince çıkarıyordum. Güneş bizimleydi. Arkamızdaki zeytinlikte de çalışanlar vardı. Yöredeki herkes birbirini genelde tanıyordu.
Bulunduğumuz zeytinliğin alt tarafı Edremit’in Hacıaslanlar Köyü’ydü. Öğlen yemeğinden sonra bir ara Kader ile köye gidip geldik. İşten kaytarmıştık. Sonuçta misafirdim. İzin verinde buna hakkım olsun değil mi? Hacıaslanlar da köy halkının adaklar adadığı, varlığına inandıkları, inançlarını temsil eden yatırları vardı. Yolumuza çıkmıştı. Türkmen köylerinde Hıdırellez bir başka kutlanır. Aileler çocuklarını alıp aile büyüklerinin mezarlığına giderler. Bütün gün orada yerler içerler, eğlenirler, geleneklerini yaşatırlar. Kader’de komşuları olan bu köye Hıdırellez zamanı gelmiş. Türkmenler gibi geçmişi unutmamak, sahip çıkmak gerekir. Var olsunlar değerli gelenek ve görenekleri ile. Belik bir Hıdırellez de ben de giderim. Neden olmasın. Bu güzel fikir şimdilik aklımda dursun.
Geri döndüğümüz de fazla iş kalmamıştı. Ertesi gün kalınan yerden devam edeceklerdi. Ne yazık ki onlar ile olamayacaktım. Beraber geçirdiğimiz bugünde zeytinin her birimizin yaşamlarına nasıl dokunduğunu düşündüm. Onlar zeytin ile geçimlerini sağlıyorlardı. Hasat sadece işin bir kısmıydı. Hasattan sonra zeytinin işlenişi, zeytinyağının şişelenişi, satış derken aslında daha iş yeni başlıyordu. Bizi köye getirecek araçlar gelmişti. Aile fertlerinin her biri hasat için gerekli olan araç gereçleri toplamıştı. Kasalar yarın kullanılmak üzere yerlerine kondu. Tenteler toplandı. Çuvallar araçlara yüklendi. Benim için sayılı olan saatler bitmişti. Hep birlikte köye dönmüştük. Varır varmaz Kader, çayı demledi. Hasadın yorgunluğunu alan çay çok lezzetliydi. Avluda oturuyorduk. Bir yandan da çuvallar araçtan iniyordu. O akşam köyde düğün vardı. Kaderler düğüne hazırlanacaklardı. Günün tatlı yorgunluğunu düğünde oynayarak çıkartacaklardı. Ben de istemeyerek de olsa Kader ve ailesi ile vedalaşıyordum. Edremit’e beni onlar bırakacaklardı. Tanımaktan çok memnun olduğum bu aile ile yine görüşeceğiz. Onların hayırlarına yine geleceğim. Belki bir düğünlerini de görürüm. Belki önümüzdeki sene hasat zamanı daha çok kalırım. Beni kendileri görüp hiç yabancı görmeyen, bilmeyen yüreği büyük aileye her şey için çok teşekkür ediyorum. Her birine sevgi ve saygılarımı iletiyorum. İyi ki sizleri tanıdım.
Sevgili okurlarım, Dereli Köyü’nde bir zeytin hasat günüm böyle geçmişti. Balıkesir’e geri döndüğümde çok mutluydum. Emeğin değerini anladım. Zeytin için ne kadar çabalanırsa aynı değerde güzelliklerin yaşandığını gördüm. Zeytin toplarken istediğim an toprağa oturmak ne kadar iyi gelmişti. Bazen de kendimi dağ gibi yığılan zeytinlerin üstüne atmak istemiştim. Zeytinin insana şifa veren lezzeti olduğu gibi ona dokunmak da şifa tadındadır. Otların arasına düşen kestaneler, güzelliğinin tarif edilmeyeceği renkteki kuşburnu ağacı, sonbaharın çiçekleri, yeşilin her tonunu gösteren yapraklar, kuşlar, baktığım her yerde gördüğüm doğa harikası manzara… Kazdağları’nın hangi güzelliğini yaşamak istiyorsam, hepsi benimleydi.
Kent yaşamı ile değişen aile, akrabalık, komşuluk ilişkileri ile nerede o eski günler dediğimiz günümüzde; birlik ve beraberliklerini pekiştiren aile, geleceğe dair umutlarımı yeşertti. Onlar gibi hasadı gerçekleştiren yöredeki diğer insanlarımız Kazdağları’nda binlerce süren gelenek ve görenekleri yaşatıyorlar. Bu topraklara sahip çıkıyorlar. Zeytinimize, havamıza, suyumuza sahip çıkıp koruyorlar. Hasadın zahmetini çok iyi bildikleri için zeytini baş üstünde tutuyorlar. Bu davranışlarını herkese örnek olsun. Aile zeytin ile çok mutlu. Onlar belki bu sürede çok yoruluyorlar. Belki günlük yaşamlarından ödün veriyorlar. Olsun varsın. Zeytinin bereketini sürdürebilmek için de can atıyorlar. Gerçek sevda bu olsa gerek. İnsan o yüce ölümsüz zeytin ağacına nasıl sevdalanmaz ki. Nice sevdalara tanık Kazdağları’nda eksilmez, çağlar durur merdivenli şelaleler gibi, sevgi ,dostluk, iyilik, yardımlaşma. O giysiler ile Türkmen kızına dönüşüveren Kazdağ Çiğdemi bilir hep, yaşadığı huzurun değerini. Unutmaz köyleri, kendine uzanan dost elleri, dağları… Zeytinin ölümsüzlüğü gibi yüreğinde yaşatır.