Hayatımıza nicedir yeni bir kavram girdi:
“Yolcu garantili”
Örneğin yol yapılıyor; şirkete bu yoldan bu kadar araç geçecek diye devlet garanti veriyor…
Paralı ya yol, garanti edilen kadar araç geçmezse aradaki farkı devlet yani hepimiz ödüyor.
Yolu yapan şirket, yol yıpranmasa da, kullanılmasa da parayı tıkır tıkır tahsil ediyor.
Peki bu yolu, devlet, Karayolları niye kendi yapmıyor?..
Kazık yemeye böyle merak neyin nesi?..
Nicedir okuyorsunuz.
Yeni moda.
“Yolcu garantili.”
Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nden bu kadar araç geçti, bu kadar geçmediği için aradaki farkı devlet ödedi.
Osmangazi Köprüsü’nde bu kadar araç geçmediği için aradaki farkı devlet ödedi.
Devlet dediğimiz hepimiz.
Biz.
Özetle yolun ve köprünün sefası şirketlere, ceremesi tüm vatandaşa.
Geçse de geçmese de kazığı yiyen hepimiz.
Peki yazık günah değil mi?
Osmangazi’ye bakıyorsunuz, o güzelim köprüden geçerken aynı anda 20 araç görebiliyorsanız iyidir iyi…
Alttaki eski yola bakıyorsunuz, vızır vızır.
Feribota bakıyorsunuz, kuyruk mu kuyruk.
Nasıl geçsin ki vatandaş…
İzmir’den İstanbul’a otoyollardan, köprülerden geçerek giden vatandaş benzin parasından daha çok bedel öder vaziyete geldi artık.
O nedenle sosyal medyada yapılan espriler boşuna değil; ne diyordu onlardan birinde vatandaş:
“Madem bu kadar para veriyorum, geçmem üzerinden, gece üzerinde konaklarım.”
Otel parası.
Makul, mantıklı, günün ekonomik şartlarına, toplumun alım gücüne uygun bir bedel belirleseniz bir kere vatandaşın canı bu kadar yanmayacak.
Böylece amaçladığınız sonuca yani köprü ve otoyollarının herkes tarafından kullanılması hedefine ulaşacaksınız.
Bu durumda ne olacak peki?
Hem devlet, şirkete garanti ettiği aradaki yüksek farklara katlanmayacak.
Hem de vatandaş, o yüksek farkların kapanmasına hizmet eden ağır vergi yükleri altında ezilmeyecek.
Ama şimdilik yolcu ve araç garantili bu işin tek mutlu tarafı şirketler…
Birkaç gün önce bu garabeti İstanbul Havalimanı ile bir kez daha hatırladık.
Malum, yeni havalimanı da “yolcu garantili” !
Ama bakın oradaki durum nasıl?
Kapatılan Atatürk Havalimanı, geçen yılın Nisan ayında, İstanbul Havalimanı’na kıyasla yüzde 35 daha fazla yolcu taşımış.
2019 Nisan’ında İstanbul Havalimanı’nı 4,4 milyon yolcu kullanmış.
2018 Nisan’da ise Atatürk Havalimanını tercih eden yolcu sayısı 5,9 milyon.
Arada 1,5 milyonluk fark var ve bu tablonun aynı şekilde sürmesi halinde İstanbul Havalimanı’nın devlete ağır bir yük daha getireceği açık.
Peki bu duruma şaşırmamız mümkün mü?..
Ulaşım ve altyapı sorununu çözmeden, İstanbul’un dışında çok uzak bir noktaya yeni havalimanı açtığınızda buranın tercih edilir olma şansının çok düşük olacağı açık.
Zamanın her birey için çok ama çok önemli hale geldiği noktada İstanbul Havalimanı’ndan biri uçakla neden gitsin ki Ankara’ya?
Hele hele havalimanı içinde geçirdiğiniz sürelerin inanılmaz derecede uzadığı da malumken, İHL’nin çaresizlikten tercih edileceği, buna keza örneğin Sabiha Gökçen Havalimanı’na olan rağbetin artacağı da kuşkusuzdu.
Ama “yolcu ve araç garantisi” var ya… Kimin umrunda… Şirketlerin yüzü gülüyor.
Bedelini devlet; pardon, hepimiz ödüyoruz, ödemek zorunda kalıyoruz.
Peki bunun neresi haklı ve adil görülebilir?..
Devlet kendi kendini nasıl böylesine zarara sokabilir; anlayabileniniz var mı?