Türk-İş’in açıklamasına göre; 2024 Ekim ayında hesaplanan “Açlık” sınırı 20.431.-TL.
Bu rakam dört kişilik bir ailenin sağlıklı ve dengeli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcamasının tutarı.
Yine dört kişilik bir ailenin gıda harcaması ile birlikte; giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık gibi zorunlu ihtiyaçlar için yapması gereken aylık harcama tutarı, yani “Yoksulluk” sınırı ise 66.553.-TL.
Seyahat, sinema, tiyatro, konser gibi kültürel ihtiyaçları hadi geçelim.
Kaldı ki insan onuruna yakışır şekilde bir yaşamın tarifi, tüm insani ihtiyaçlarının gideriliyor olması.
Şimdi kabaca bir hesap yapalım. Yoksulluk sınırı olarak belirlenen rakamdan en az 20.000.-TL’yi kiraya, 5.000.-TL’yi elektrik, su ve yakıta ayırırsak elimizde 41,553.-TL kalır.
Bu da kişi başına günlük 346.-TL düşmesi demek. Yani beslenme, giyim, ulaşım, eğitim ve sağlık gibi harcamalar için bir kişinin günlük limiti.
Resmi açıklamaya göre, %71,60 olan ancak satın alma gücüne göre, %100-150 oranında hissettiren enflasyon karşısında, 346.-TL’ye bugün sadece bir bütün tavuk alınabilirken, bu dört kişilik aile yaşamını sağlıklı ve dengeli bir şekilde nasıl idame ettirecek?
Bekâr bir çalışanın “yaşama maliyeti” ise aylık 26.526.-TL olarak hesaplanmış.
En düşük kira bedeli 20.000.-TL iken kendisine ait evi olmayan bir bekâr çalışan, hayata nasıl tutunacak ve kendisini nasıl geliştirecek?
Türk-İş’in açıkladığı bu rakamlar karşısında nutku tutulan genç bir çalışan, “Yoksul olabilmek için daha iyi bir işe girmem lazım” diye yorum yapmış.
Yoksulluğun nedenlerini açıklayan yaklaşımlardan ilki; yoksulluğu, kişilerin yetenekleri, sorumlulukları, disiplin anlayışları ve çabaları gibi kişisel özellikleri ile ilişkilendiren bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımda yoksulluk, kişilerin çalışmaya istekli olmamaları, yeterince çaba sarf etmemeleri veya sorumluluk almamaları gibi kişisel özellikleri ile açıklanmaya çalışılır.
İkinci yaklaşım ise; yoksulluğu, yoksulların dışında başta ekonomi politikaları olmak üzere, sosyal, maliye, adalet politikaları, alım gücü düşük ücretler, yetersiz eğitim ve istihdam, ayrımcılık, adil olmayan gelir dağılımı gibi yapısal etmenlerle ve bütünüyle sosyoekonomik sistemle ilişkilendiren bir yaklaşımdır.
Yorumun sahibi genç, bu yaklaşımlardan hangisine gönderme yapmış bilemiyorum. Ancak ülkemizde ne yazık ki dar gelirliler için yoksul olmak bile artık çok pahalı.
Açlık, insani kalkınma teorisi, refah ekonomisi ile yoksulluk, cinsiyet ayrımcılığı ve liberalizmin altında yatan mekanizmalar hakkındaki çalışmalarıyla refah ekonomisine büyük katkıda bulunan ekonomist Amartya Sen, yapabilirlik kavramını; “açlık, hastalık, eğitimsizlik, kötü yaşam koşulları gibi, hiç kimsenin istemeyeceği durumlardan kaçınabilme yetisi olarak görür ve yoksulluğu, yapabilirlikten yoksun olmak” şeklinde tanımlar.
Yani yoksulluk, sosyolojik, psikolojik, kültürel gibi birçok boyutu olan toplumsal bir olgudur ve sadece parasal ölçütler kullanılarak ölçülecek bir meta değildir.
Zira 4857 sayılı İş Kanununda Asgari Ücret; “İşçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını, günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücreti” olarak tanımlanmıştır.
Bu arada ilgisi ve bilgisi olmayanlar için asgari ücret tutarını da atlamayalım. O da 17.000.-TL.
Aslında küsurları da var bu rakamların ancak eskiden önemliydi artık parasal bir değerleri kalmadığı için dikkate almadım.
Neyse. Bu açlık, yoksulluk, asgari ücret hesaplamaları her nasıl hesaplanıyorsa akıl sır ermiyor bir türlü. Çünkü kapsamlarında belirtilen harcama kalemleri için belirlenen ücretleri, sıkı tasarrufla bile denk getiremiyorsunuz. Bu sebeple de her birimiz kazanmadan borçlanıyoruz, banka kartları vesaireler sayesinde.
Oysa ülkemiz hiç de küçümsenmeyecek bir ekonomik büyüklüğe sahip. Ülkemiz modern bir yapılanma ile küreselleşme yolunda ilerlerken alacağı rasyonel kararlarla üreteceği ekonomik ve sosyal politikaları acilen hayata geçirerek gelişmiş ülkeler arasında yerini alabilir ve çevre ülke konumundan çıkabilir.
Yoksa bir tarafta açlık sınırının altındaki maaşları ile yaşam mücadelesi veren emekliler, aldıkları ücret yoksulluk sınırında olduğu için çalışan yoksul sayılanlar, eğitimli-eğitimsiz işsizler ve bakıma muhtaç olanlar ile diğer tarafta gelir dağılımından büyük pay alan ve refah içinde yaşayanlarla öylece yuvarlanıp gideceğiz. Nereye kadar o da belli değil.
Sorun kaderci bir zihniyete sahip olmamızdan kaynaklanıyor olabilir. Yani nasıl ve hangi şartlarda yaşamak/yönetilmek istediğimiz bir hayatı değil bizim için biçilen yaşamları sürdürme çabası içindeyiz. Tevekkül mottomuz.
Zira fırsatların faydaya dönüştürülmesi, nüfus artışı, dış göç, eğitim, işsizlik, istihdam, yatırım, gelir dağılımı, adalet, işgücü, teknoloji, uluslararası ilişkiler vesaire insan aklının, vizyonunun, bilgi, beceri ve basiretinin yönettiği konular, kaderle nasıl bir ilgi kurulabilir ki?