Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ve İş Bankası hisselerinden elde edilen gelirin bir kısmını bağışladığı Türk Dil Kurumu sözlüğünde “yobaz” şöyle tanımlanıyor:
- Dinde bağnazlığı aşırılığa vardıran, başkalarına baskı yapmaya yönelen (kimse). Sıfat : Bu memleketi de dört buçuk yobaza bırakamayız. -A. Gündüz.
- Bir düşünceye, bir inanca aşırı ölçüde bağlı olan (kimse). Mecazi
- Kaba saba, inceliksiz (kimse). Halk dili.
Yobazın yerel ağızlarda aynı zamanda “aksi, inatçı” ve “haylaz” anlamlarında kullanıldığını belirten sözlük bilgileriyle de karşılaşıyoruz.
Yobaz dendiği zaman benim aklıma, kafası gerçekçi olmayan değer yargılarıyla doldurulmuş, ne yaptığını ve kime hizmet ettiğini bilmeyen kimseler gelir. Kanımca bu gerçekçi olmayan değer yargıları dini inançlarla da sınırlı değildir.
Yobaz, cahil değildir. Bilgi sahibidir. Yobaz, buyunu aşan kitaplar okumuş, yazmış, çizmiş ve daha da ötesi üniversite profesörü bile olmuş olabilir. Ancak doğru olarak bildikleri “gerçek” değildir. Bildikleri gerçek olmayınca doğru yorum yapamaz. Doğru karar veremez. Bilgi sahibi olduğu için kendine güvenir. Aksi ve inatçı olması da doğru bildiği yanlışlara dayanır. Aksiliğini ve inatçılığını bir marifet sanır. Çevresine ve yobaz olmayanlara karşı bir silah gibi kullanır.
Yobazın ön yargıları vardır. Ön yargılarını sorgulamaz. Ön yargılarını besleyen yalanlara kolayca inanır. İnandığı yalanlar, yeni yalanlarla beslendikçe doğru olduklarına daha çok inanır. Hatadan dönme şansını iyice kaybeder. Zaten kendisi hata yapmamaktadır. Asıl hata kendi düşünce ve davranışlarına karşı koyanlardadır.
Yobaz için her şey ya siyah ya da beyazdır. Arası yoktur. Kendine iyi olanların sadece iyi yanlarını görür, kendine kötü olanların iyi yanlarını hiç görmez.
Yobaz, doğru sandığı gerçek olmayan bilgileri çevresine yayarak yeni yobazlar yetiştirir. Yobaz sorgulamaz. Ne, nerede, ne zaman, nasıl, neden, kiminle sorularını bir bütün olarak sormaz. Birine veya birkaçına kendini tatmin eden yanıtlar alması yeterlidir. Bütüncül yaklaşımdan uzaktır. Aklını doğru biçimde kullanmaz.
Yobaz, her dediğine inandırdığı cahilleri de çok sever. Onların bilgiye olan açlıklarını kullanır. Kendi yanlış bilgi ve ön yargılarını hunharca aktarır. Doyamaz, kendi eklediği yalanlarla yobazlığı çığ gibi büyütmekten sadistçe zevk alır.
Yobaz, nefret eder, kin duyar, intikam peşinde koşar. Kızgınlığı kolayca öfkeye dönüşür. Öfkesini, şiddet uygulayarak yatıştırmaktan kaçınmaz. Öfke ile baş etmek kitabında yazmaz. Bu yüzden kaba sabadır. İnceliksizdir. Hakaret ve küfür etmekten de çekinmez. İftira atmaktan ise hiç kaçınmaz. Durumu etraflıca değerlendirme gereği duymaz. Zaten böyle bir yeteneği de yoktur. Yobaz o yüzden haylazdır.
İşte geçtiğimiz pazar günü Kılıçdaroğlu’nun suratına inen yumruk yobazın yumruğudur.
Tarihi televizyon dizilerinden öğrenen, kafası din ile ilgili hurafelerle doldurulmuş yobaz pazar günü şehit cenazesinde ana muhalefet partisi genel başkanına yumruk atmıştır.
Tam 110 yıl önce, 22 Nisan 1909’da, Osmanlı’nın genç subayı Mustafa Kemal Bey, Harekat Ordusu ile İstanbul’a girme hazırlığı yapıyordu. Yobazla tanışması ilk olmasa da yobaza karşı ilk somut mücadelesi olmuştu.
Yobaz, 23 Temmuz 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet’e karşı baş kaldırmış, sözde bahanelerle Kanun-i Esasinin (Anayasanın) kaldırılmasını Meclis-i Umumiyenin kapatılmasını talep etmişti. O gün yobaz, Padişah II. Abdülhamit Han’ın gözleri önünde Bahriye Subayı Ali Kabuli’yi linç etmişti.
O gün yobaz, mektepli subayları sokak ortasında öldürmüş, cenazelerinin günlerce İstanbul sokaklarında, köprü başlarında kalmasına neden olmuştu. Yobaz, yobazlığını en çirkin yüzüyle Osmanlı’nın genç subayı Mustafa Kemal Bey’e göstermişti.
Mustafa Kemal, yobazı 29 Nisan 1909’da asker olarak yendi. Sonrasında 23 Nisan 1920’de açtığı Türkiye Büyük Millet Meclisinde de ömrünün sonuna kadar yobazla yaşamının her alanında mücadele etmeye devam etti.
Büyük Nutuk’ta Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Padişah ve Halifenin nasıl hainlik yaptığını, milletin ve ordunun nasıl başsız kaldığını ancak bu vahim durumun da nasıl farkında olmadığını belgeleriyle anlatmıştır. Yobaz, o günlerde saltanatsız ve halifesiz bir kurtuluş olamayacağı vehmiyle Anadolu’da halkı Gazi Mustafa Kemal’e karşı kışkırtmaktan geri durmamıştır. Tarihteki bütün gerçeklere rağmen günümüzde de yobaz, saltanat ve hilafetin kaldırılması için “ümmeti başsız bıraktı” demiyor mu? 100 yıl önce başsız olan ama başsız olduğunun farkında olmayan milletin yaşadıklarını yobaz yetiştiriciler onlara nasıl anlatıyorsa artık…
Yobaz anlamaz ve ikna olmaz.
Çünkü düşünmez, düşünse de yorumlayamaz.
Yobazı tanımak ve toplumu yobaza karşı duyarlı kılmak ise hepimizin bu vatana borcudur.
Yobazla her alanda mücadele etmek ise bir görev…