Öztanlardan bahsedebilir misiniz Muzaffer Hanım ve Ateş Bey? Sizleri tanımak sizce neden önemli, çünkü bizce çok değerli?
Teşekkür ederiz, Biz doğayı, insanı ve kendimizi tanımak için gayret gösteren, deneyimlerini ve değerlerini çevresi ile paylaşmaya çalışan bir ikiliyiz. Benzerliklerimiz hızlı yol almamızı sağlıyor, farklılıklarımız bizi besliyor. İş yaşamı yanında, sanat ve bilimdeki gelişmeleri izlemek, tartışmak yaşam biçimimiz diyebiliriz. Bu yaşam biçiminin sağladığı bilgi ve değerleri hem iş paydaşlarımıza hem de gerçekleştirdiğimiz sosyal projelerle, çocuk ve gençlerle paylaşıyoruz
En başta ben sizi tanıtmış da olsam sizden de duymak istiyorum. Siz ve eşinizin iş yaşamlarınıza atılmadan önceki son eğitim ve meslekleriniz nelerdi?
Eşim Ateş Öztan mimar/mühendis, bendeniz Muzaffer Öztan ise işletme ve sosyoloji/felsefe eğitimlidir. Profesyoneller olarak çalışırken bir proje için bir araya geldik ve sonrasında, bugünkü deyimle girişimci ortaklar olarak iş yaşamımızı sürdürdük. Arada da evlendik! Üç şirket kurduk ve bu şirketlerin içinde 6 farklı projeyi hayata geçirdik. Tüm projeleri gelecekçilik yaklaşımı ile tasarladığımızdan her biri yenilikler içeriyordu. Endüstriyel reklamcılık, tanıtım materyalleri tasarlayıp üretmekle başladığımız bu yolculuk başta reklam sektörü olmak üzere sonrasında çeşitli endüstri firmalarına teknoloji transferi yapmak şeklinde sürdü. 2013-2017 yılları arasında ise, Ateş’in tasarımlarını hayata geçirmek üzere, bir inovasyon şirketi oluşturduk. Projeler için TÜBİTAK ve AB Çerçeve programlarından destekler aldık, ardından Melek Yatırımcılık yapmaya başladık. Bu çok yönlü deneyim birikimi, bizi, 2000 yılından beri, gönüllü olarak, üniversite öncesi okullarda, öğrencilere verdiğimiz iletişim, liderlik ve projelendirme ve inovasyon eğitimlerine ara verip, girişimcilere yönelik, inovasyon, projelendirme, fon bulma (AB Fonları başta olmak üzere) proje yarışmalarda jürilik yapmak gibi eylemlere yönlendirdi. Bunların doğal sonucu mentorluk yapmaktı. Ardından da basında röportajlar ve yazılarımız yayınlanmaya başladı. Çok hızlı bir tempoda yaşıyorduk adeta yaşamımızın özeti gibiydi. Diğer taraftan, dünyadaki devrimsel gelişmeler Türkiye’de de benzer devinimleri başlattı. Okullar, kurumlar, iş dünyası girişimcileri sarıp sarmalamaya başladı. Bu noktada artık tamam dedik, değişiklik zamanı.
Sizi Edremit Körfezi’ne geldiğinizden sonra tanıyabildik. Bir pandemi akşamıydı İç göç kararınız, yer seçiminiz, yerleşmeniz nasıl gerçekleşti?
Evet, Sıdıka Erke Etnografya Müzesinin Bahçesinde hızlıca toplandık ve samimi sohbetler yaptık, Cumhur Dokur bey sağ olsun. Kuzey Ege İstanbul’a göre pandemiyi en az hisseden bölgelerinden biri oldu, şanslıydık.
Göçe gelirsek, kişinin tarih ve coğrafyasının kesişmesi, kendisine pek çok değeri kazanma şansı veriyor. Tarihi değiştiremiyoruz ama coğrafyayı değiştirmek bazen elimizde olabiliyor; göç en önemli değişim, benim çocukluğumda gerçek bir göç var zaten, 10 yaşındayken ailemle Yugoslavya’nın Makedonya bölgesinden Türkiye’ye göç ettik, anavatanımıza geldik. Ateş’in çocukluğunda, bir Türkiye gerçeği olan, babasının işi ile ilgili “tayin” anıları var.
Birlikteliğimizin başından itibaren ilk fırsatta kalabalıklardan uzaklaşma, doğa içinde yaşama planları ve eylemlerimiz vardı. 1985 yılında, işimizi yeni kurmuşken, sanatçı dostları ile İstanbul’un bir köyüne yerleşme hazırlıkları yapan dostumuz ressam Tomur Atagök’ün grubuna dahil olup Demirciköy’e (Kilyos’un bir köyü) 1995 yılında yerleştik. Ateş, ortak bahçemizdeki eski ağaçların yanına yüzlerce ağaç dikti ve orada ufak ufak sebze meyve yetiştirmeye başladı. Köyün girişine ise 650 ağaç dikip bir koru oluşturduk. Köy halkı bunu niçin yapıyorsunuz diye soruyordu! Demirciköy şehirleşmeye başlayınca Zekeriyaköy’e geçiş yapıp, bağımsız bahçeli bir eve yerleştik. Bu defa, kompost, bokaşi gübresi, solucan gübresi yaparak toprağı iyileştirmeye başladı. Kendi tohumlarını ayırma gibi doğal tarımı destekleyici hazırlıklarla, meyve ve sebze yetiştirdi ve her yıl bini aşkın fide yaptı. Aynı dönemde bu deneyimlerden elde ettiği bilgileri, fideleri ve ürün fazlalarını eşe dosta dağıtıp onları bu işleri yapmaya cesaretlendirmek için atölye çalışmaları ve okullarda da benzer çalışmaları yapmaya başladı. Ama İstanbul’daydık ve bahçenin büyüklüğü anlamlı bir yetiştiricilik için yetersizdi. Öğrenip deneyimledikçe anlamlı bir şeyler yapmak istiyor insan. İstanbul’un hızlı büyümesi bu defa aşırı konutlaşma yanında bitişiğimize havaalanı açılması ile İstanbul bize, gidin artık buralardan, dedi.
Bu arada sorabilir miyim neden Kuzey Ege?
İstanbul İklim ve İstanbul’a yakınlığı nedeniyle, Kuzey Ege’yi düşündük. Denizyıldızı örneğindeki gibi doğal tarım birçok gencin gönlüne düştü.
Onca uzatmadan sonra, “hadi artık İstanbul’dan gidelim” diyen Ateş oldu, Eylül 2017’de. Ertesi gün yola çıktık, Datça’da kısa bir tatille araştırmaya başladık, dönüşte kendimizi Burhaniye’de BAÇEM de Nazım Tanrıkulu ile aromaterapi bitkileri ile ilgili neler yapılabiliri konuştuk. Eş dost muhabbetleri sonucu temel arzumuz olan Kuzey Ege’ye yerleşme karara dönüştü. Nisan 2018’de bir tarlamız ve kiralık bir evimiz, ondan birkaç ay sonra kendimize ait bir evimiz oldu. Yerleşme kısmı zorlu oldu, eski bir ev almıştık ve planlamamızdan büyüktü, onarım işleri neredeyse yeniden inşa etmeye dönüştü. Ateşin mimarlığı çok anlamlı oldu. İstanbul’dan kesin kopuş evin yaşanır hale gelmesi ile iki yılın sonunda gerçekleşti. Bir de baktık ki, Edremit Körfezi’nde yaşıyoruz ve artık özgürüz, doğaya daha yakınız.
Göç deyince ne anlamalıyız ve Türkiye’nin iç göçlerinin toplamı GSMH’dan küçükse ekonomik ve büyükse de kültürel göç mü oluyor?
Evet böyle denebilir ama ana başlık siyasi olmalıdır. Göç yaşamımızda görünenden çok daha çeşitli ve yaygındır. Temelde de tüm göçler öncelikle siyasetin kaba kullanımının sonucudur. Bu konu başka bir söyleşide daha detaylı konuşulabilir.
Yani göç ile yerleşik yabancılık ya da yabancılık arasında ne gibi bağlar, eşitlik ve benzerlikler buluyorsunuz?
Herkesin derdi kendine! Çocuklar için her durumda büyük sıkıntı var. Yerleşiklerin yabancılık sorunları göreceli olarak, eninde sonunda çözülebiliyor. Yabancılık kültürel çok daha kolay faydalı hale getirilebilir ve kazanımlar kültürel açıdan tat ve ekonomik güç durumuna göre,
Türk insanını hepimiz eleştiriyoruz. Çok sevdiğimizden belli ki… Peki dünyayı görünce bu sempatiye birdenbire ne oluyor? Acaba “kendimizi” sevmek” için dünyayı görmemeli miyiz?
Kendimizden kalkınarak cevap vermek isterim, aman, lütfen dünyayı görelim, insanın temel olarak ne kadar benzerlikleri olduğunu görelim, kendimizi hırpalamaktan vazgeçeriz. Kültürel farklılıkların, eğitim farklılığının bize neleri kaybettirip, kazandırdığını anlarız. Toleranslarımız artar, kayıplarımız azalır. Kendi insanımızın eğitimine destek oluruz, kalkınırız. Bunu kırkın üstünde ülke görüp oralarda insanlarla işbirlikleri yapmış, sosyalleşmiş biri olarak aktarıyorum. Tabii ki daha refah içindeki bir ülkeye gittiğinizde karışık duygular yaşıyorsunuz hatta kıskanıyorsunuz. Yeterince gezdiğinizde, farklı ülkelerin insanını kendi koşulları içinde yakından izlediğinizde, temelde” yok aslında birbirimizden farkımız” noktasına geliyorsunuz.
Dönüp bir şeyleri düzeltmek için çalışmaya başlıyorsanız, hedefe ulaşmış olursunuz.
Kazdağları’nı ve Körfez’in kuzeyini içine alan muhteşem bir manzaranız varken evinizin bir bölümünü şimdilik sadece airbnb’den kullanıma açtınız Panorama İda House adıyla… Nedenleri süreci ve sonuçlarıyla bahsedebilir misiniz?
40 yıl yüksek tempoda çalıştıktan sonra sanat yapmak en büyük isteğimiz. İnsanları seviyoruz ve o bölümü eşi dost ve sanatçıları ağırlamak için hazırlanmaya başladık, Turistik bir bölgede yaşamanın doğal sonucu olarak etkenler birleşti ve kendimizi bu minik işin içinde bulduk. Adeta eş dost bizi bu işe itti. Süreklilik meskenleri bakımlı tutmakta önemli bir etken. Uzun süre kapalı kalan yerler sorun yaratıyor, evin bütününü olumsuz etkiliyor. Biraz zamanımızı alıyor ama yeni insanlar tanımak güzel.
Göç ediyorsunuz diyelim. Yanınıza da çok klasik 3 şey alabiliyorsunuz? Neler almazdınız?
Hemen hepimiz arınmak gerektiğinden söz ederiz, bir türlü başlayamayız başlasak bitiremeyiz. Biz bu defa ciddi yol aldık, sorunuza rahatlıkla cevap veriyorum Zorunlu göç yaparsak da, toplumsal travmalarımı/önyargılarımı, sırt çantam dışındaki eşyalarımı, okuma fırsatı bulamayacağım kitaplarımı almazdım. Her biri çok ağır.
Bu kış yeniden bir ekonomik göç yaşanacak ve bu başladı bile. 20 yıla tekabül eden bu devri daimin periyodu dışında bireysel göçerler olarak sizin bir sabit süre çevriminiz var mı ya da hangi durumlarda iş, yaşam ve umutlarınızda büyük değişikliklere yer veriyorsunuz?
Göç çok yönlü bir olgu ve her göçmen kendi özelini yaşıyor. Kesinlikle zorluk ve hatta acılarla dolu bir zaman dilimi yaşamak zorunda kalıyorsunuz. Yenilik ve verimlilik peşinde koşuyorsanız, Öztanlar örneğinde olduğu gibi, bu süreç mutluluğa evrilebiliyor, sonraki kazanım ve kayıplar ayrı konu. Anlaşılacağı üzer bir sabit süre çevriminiz yok,
Öztanlar olarak bir daha büyük bir göç yapmamak için kafamıza göre ortamlar tasarlamaya çalıştık; yaşamımızda hep düzeltmeler yaptık. Gördüklerimizi, öğrendiklerimizi yaşamımıza uygulamaya, eklemeye/çıkartmaya çalıştık, Değişiklik, yenilik bizim doğalımız oldu. Böyle olunca da biraz mekansızlaştık. Buralara gelmemiz de pek göç etmeye benzemedi, semt değiştirmek, çocukluğumuzun geçtiği semte/zamana taşınmak gibi oldu. Büyük şehirlerin baskı ve bozulmalarını atlatmış gibi olduk. Burada belki şunu da söylemek gerek, içinde bulunduğunuz tarih/coğrafya kesişmesinin size verebildiği olanakları kullanarak, elinizden gelenin en iyisini yapmaya çalışmak, sizi hep ileriye götürür, yani siz götürürsünüz. O zaman göçü de siz olumluya evirirsiniz.
Diğer taraftan biz şu anda geçmişin etkileri ile konuşuyoruz, oysa ki Dünya çok başka bir devininim içinde. İnsanlık kendi ayağına bir değil pek çok kurşun sıkıyor. Her birimizin içine girdiğimiz kaos ortamını anlamak ve anlatmak için zaman ayırması, araştırıp okuması ve yönetenleri etkilemesi gerekir. Bu bölgedeki en büyük üzüntümüz kamuoyunun, hemen hemen tün tarafları, yuvarlana toparlana, yokoluşa gittiğimiz gerçeğini kabul etmeden, her şey yolundaymış gibi davranması. Osmanlı, Balkan topraklarını, çöküş döneminde, böyle davrandığı için kaybetti, ders alınmalı. Filistin’in kaybedilmesi de aynı umursamazlık sebebiyle gerçekleşti. Niceleri de öyle.
Geçenlerde sözlük anlamına tam olarak bakınca inovasyonun tadilat olarak karşılandığını gördüm. Pratik açıdan beni rahatlatsa da kültürel olarak rahatsız oldum bu muydu diye… Oysa neler neler yüklemiştim? Sözün özü sizce inovasyon nedir?
Siz anlamlar yüklemeye devam edin lütfen, çünkü haklısınız. Örneklerle devam edelim ”Güneşin altında söylenmemiş söz yoktur” denir de çılgınlar gibi yeni sözler söylenir. Birçok yeni söylenen ise bir şekilde geçmiş söylenenlere dayandırılır, atıf yapılır, Bu durum yeni bir şey söylenemediği anlamına gelmez. İsterseniz Göbekli Tepe’deki anıt heykelleri ve üzerlerindeki soyutlamaları gördükten sonra artık heykel, rölyef yapılamaz diyelim, Doğru olmayacağını biliyoruz. İnovasyonda da benzer bir durum söz konusudur. Temel gereksinimler ve birçok fantastik ürün için binlerce yıldır sayısız buluş, tasarım ve üretim gerçekleştirilmiştir, bugün de gerçekleştirilmektedir, İlerleyen zaman içinde, gelişen teknikler, bilimsel buluşlar, üretim teknikleri gibi etkenlerle yeni tasarımlar ve çözümler ürünleştirilecektir. Bilişimde, uzay çalışmalarında, tıpta, günlük yasamda ihtiyaçlar için yeni çözümler üretilecektir, sonsuz yeni ürün de sıradır.
Bu çerçevede inovasyon “herhangi bir ihtiyaca veya bir soruna, mevcut bilgi ve teknolojilerle daha önce bilinmeyen veya denenmemiş yeni çözümler getirmektir” diyebiliriz. Tadilat dar bir çerçeve çiziyor, oysaki inovasyon sonsuz çözüm olanağı veren sınırsız alanlar sunar.
Türkiye’de belki de dünyada, en büyük iyiliği yapmak gibi bir tercihiniz olsaydı ilk önce kime, neye, hangi kitle veya topluma, topluluğa, kesime “akıl vermek” yani mentorluk yapmak isterdiniz?
Gelin önce Türkiye için bir şeyler yapalım, Türkiye gelişirse Dünya da gelişir.
İçinde bulunduğumuz az gelişmişlik zincirini kırıp gelişmiş ülke toplumlarına yetişmek için, ülkede reformlar yapabilecek ve reformları gerçekleştirebilecek dirayette yöneticilere, öncelikle neneleri ve dedeleri eğitmenin gereğini fark etmeleri için mentorluk yapmak isterdim. Öztanlar olarak mentorluğu, kişiye yeni hedefler belirlemede, can yoldaşlığı yapan kişi, olarak tanımlıyoruz. Akıl vermek değil kişinin kendi aklından yararlanması için birlikte düşünmek, kendimize doğru soruları sormak dolayısı ile yepyeni stratejiler yapılmasında destek olmak olarak tanımlıyoruz.
https://www.kafekultur.com/product-page/cumhuriyetimizin-100-y%C4%B1l%C4%B1nda-kadinin-100-adi