Yangın bitti…
Laflar arka arkaya gelmeye başladı…
Çok kapsamlı dikim yapacağız…
Şarkı, türkü söyleyip kaynak yaratacağız ve hemen yeşillendireceğiz…
Konuşanlar kimler….
Yetkisi ve sorumluluğu olmayanlar…
Ya biriniz de önce yangın ile ilgili çok kapsamlı bir rapor hazırlansın ve kamuoyu ile paylaşılsın…
Ve bu rapor tartışılsın…
Desin…
Öyle tartışılsın ki yediden yetmişe herkes bu tartışmanın bir parçası olsun…
Bunu sevmiyoruz.
Biz eylem insanıyız.
Hemen aklımız neye eriyorsa o boyutta sorunu yarını düşünmeden çözmek istiyoruz.
Orman amenajmanı diye bir kavram var…
Bir bölüm var…
İşin okuyanları, dirsek çürütenleri var.
Siyaset yapmadan siyasetin şehvetli havuzlarında keyif yapmadan emek ile bilgi ile çile ile işini yapanlar var…
Ne çok kahraman olmaya hevesli bir çoğunluk…
Yanarken bağıran, yanmadan önce nasıl sebeplenirim diye bakan, çöpünü bokunu atarken faydam oluyor diye gerinen bir kalabalık…
Neydi o müthiş proje diye sunulmuştu…
Yediğin meyvenin çekirdeğini çöpe değil komşunun bahçesine at, bahçe yeşillensin, ülken yeşillensin..
Bağıran olursa yeşil düşmanı dersin…
Neyse biz en iyisi türkümüzü söyleyelim…
Yine yeşillendi fındık dalları / Acep ne olacak yarin halleri Dalgalanıyor pembe şalvarı/ Kız allan pullan gel – gel yanıma Beyaz kollarını dola boynuma…
Değerli dostlarım,
bir kere iş yapar görünümünden kendimizi kurtaracağız…
Başımıza ne geldiyse bir anlamda linç kültürünün diğer versiyonu olan bu başlangıçta ki heyecan ile duygusal ancak sonuçlarından sorumsuzluk duyan lümpen çıkışlarımızdan geldi.
Bu yanlıştan kendimizi kurtarmalıyız…
Bu devletin kurumları var, bu kurumların yetkili çalışanları ve birikimleri var… Biz halk olarak denetimi ve verdiğimiz oyun takibini yapalım, hesap sormayı becerelim, o bile bizi uçurur.
Fidanı dikmek için önce arazinin hazırlanması olayı var. Arazinin derin sürümü var. Arazinin değerlendirilmesi var. Bütün bu değerlendirmeler sonucunda ortaya çıkan olasılıklar içinde fayda-maliyet denkleminde yöre insanına getireceği katkıların analizi var. Bütün bunlar uzmanlık işi…
Etüt-proje-yapım ve işletme safhasının bütün detaylarının hesaplanması var… Ve bu süreç tam beş yıl sürüyor. Sürekli kuruyan fidanın yerine yenisi ekiliyor, bakımı yapılıyor. Diktim demekle olmuyor.
Yani bahçenize bir fidan dikerken bile sadece kendinizi değil fidanı değil yani gelişip gelişmemesi açışından demek istiyorum. Komşunuzu da düşünmek zorundasınız. Yoksa ileride mahkemelik oluyorsunuz…
Dikelim, edelim bunlar basit sıradan ve keyif için yapılacak işler değildir…
Devlet niçin vardır…
Devletin varlığı en çok insanın duygularının sele dönüştüğü vakit ortalık da olması ve o seli hemen sakinleştirmesi ve gereğini kanunlar nezdinde hukuk yolundan ayrılmadan ve eşitlik koşullarında gereğini yapma iradesini göstermesidir…
Devletin kurumları değil de biz ve bizim o anki çıkarlarımız öne çıkarsa yarın yapılan o işten kıyametler koptuğunda nerede bu devlet diye bağırmak çok büyük sahtekarlık olur…
Unutmamak gerekir ki bizim kuşak Nurhan Damcıoğlu’nun “Yangın Var” tangosuyla sahnelerin tozunu attı…
“Yangın var yangın var
Ben yanıyorum, yetişin a dostlar tutuşuyorum {ay ay ay}”
Yangın her zaman bir felakettir. Ancak yangının felaketinden daha büyük olan insanın plansız, programsız, duygusal akıntıyla yapmış olduğu yanlışlıklardır. Biz bugün ne yaşıyorsak felaket adına unutmayalım ki en büyük sorumlusu 12 Eylül darbesidir. Bu darbe öyle ağır sonuçların sorumlusu oldu ki… Ortaya çıkardığı sonuçlarıyla bu ülkeyi yok olma noktasına kadar getirdi.
O nedenle insanın yüreğinde ki yangın da dahil olmak üzere tüm yangınlar yaşam için önemli sonuçlara yol açar.
“Ekmek bulamazlarsa pasta yesinler”
desem hep birlikte Paris yanarken sarayından halkına böyle seslenen kraliçe Marie Antoinette o… deriz. Oysa böyle bir sözün Maria tarafından söylenmesi mümkün değildir. Kitabın yazarı açlık yıllarında halkın bir gram ekmek bulabilmek için çöp varillerini yağmaladığı günlerde bunu kapatmak adına söylendiğini yazar. Maria ise o yıllar da 9 yaşındadır. O da söylemediği bir söz ile hem o yılların fukaralığını unutturur hem de geldiği köylülük üzerinden nezaketsizliği ile fütursuzluğu üzerinden bir dönemin çirkinliğini kapatmış olmanın payesi ile ödüllendirilmiş olur. İnsanların fukaralık üzerinden yaşadıkları yangınları hiçbir zaman çok büyük önem kazanmamıştır. Bunu anlamak içinde filozof olmaya gerek yoktur. İnsan, insanı sevmez. İnsan büyüklük sever… Saraylar da dolaşmayı, şatafatlı eğlenceleri sever.
Hazreti İsa, yanında ki derken Hazreti Muhammed komşu demiş ancak ona rağmen istenilen sonuç alınamamıştır.
Bunu en güzel anlatan anekdot da Sloven bir halk söylencesidir. Sana istediğin şeyi vereceğim, tek şartım var, komşuna iki katını vereceğim…
İnsanoğlunu anlamak ve çözmek mümkün değildir.
Bakın tarihimizde yer alan çok önemli iki insanin çıkış noktasına… Hazreti Muhammed mücadele sahasına çıkmadan önce kendini eşitlemiştir. O da öğrenme faslını tamamladıktan sonra kendini köle konumunda değersiz bir varlık gibi görülen insanla yani bedeviyle eşitlemiştir. Bütün mal ve mülkten kurtulmuştur. Yanına geldim ey insanoğlu seninle eşitim, demiştir… Benim düşüncem budur, gel birlikte mücadele edelim..
Atatürk de aynısını yapmıştır. İstifa ettiğinde bütün o unvanlarından sıyrılmış ve üzerine giyecek sivil giysiyi orada bulunanların eskilerinden alarak giymiştir… Öyle çıkmıştır, mücadele sahasına…
Bugün en büyük yangın insanın içindedir. Bu öyle büyük bir çürümenin yangınıdır ki paranın kokusunu aldığı her noktayı acımasızca yok etmektedir. Son elli yılda dünyanın bitip tükenmez denilen kaynakları bir elli yıl daha dayanır mı bilmiyoruz.
Bu satırları okurken tamam diyeceğiz de paranın kokusunu alınca unutacağız. İnsan da ki çürümeyi, yangını durduramazsak bilelim ki bu dünyanın sonu yakındır…
Hadi gelin bu satırları anayasa yapalım…
“Her yaptıkları mutlaka büyük olmalı!
Her yaptıkları mutlaka ihtişamlı olmalı!
Her yaptıkları mutlaka marka değeri taşımalı!
Ve her yaptıkları mutlaka dudak uçuklatmalı!
Kuleler, rezidanslar, gökdelenler, burçlar, köprüler, kanallar… ve daha neler…
Söyler misiniz lütfen hangisi ihtiyaç, hangisi elzem, hangisi zarurettir?
Meselâ deyiniz ki yeni yapılacak bir ev komşu evlerin güneşini, rüzgârını kesemez, manzarasını kapatamaz. Çünkü komşu hakkı, en mühim kul hakkıdır.
Yine deyiniz ki bahçesiz ev olmaz, sokaksız şehir olmaz, çocuklarımız nerede özgürce koşup oynayacaklar? Çocuk haklarını hiç yabana atmayınız.
Ağaçsız ev olmaz, çiçeksiz bahçe olamaz. Evlerin boyu ağaçların boyunu geçemez…
Yine deyiniz ki çok katlı vahşi apartmanlar yapmak ve oralara 50-60 aileyi tıkıştırmak bundan böyle yasaklanmıştır.
Yine deyiniz ki verimli ziraat topraklarına, meyve bahçelerine, bağlara, bostan-lıklara inşaat yapanlar ömür boyu hapis cezasına çarptırılacaktır.
Evet tüm bunları bir manifesto şeklinde ilân ediniz. Varsın herkes şaşırsın. Hemen bir takım sesler/ulumalar duyacaksınız; “-böyle şey de olur muymuş, bunlar da nereden çıktı?” diyecekler, aldırmayınız, geçiniz. Çünkü doğrular ranta alışmış çevre-leri elbette rahatsız edecektir.
Çok kat, çok rant, çok para, çok imar hedef olamaz.”
Unutma bir yerde çok varsa orada insanı çürütecek çok şey de var demektir. Bugün arsızlaşan insan modeli ile kendi yıkım projemizi kendimiz hazırlıyoruz…
Yangın var….
Ne demişti, büyük usta;
“Sen yanmazsan, ben yanmazsam,
Biz yanmazsak…
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa..”
Sevgi ve saygılarımla…