“-Canlı şeylerin hiçbirini sevmez. Ne insan, ne köpek, ne kedi ne civciv. Sevdiği şeyler hep kumaş, taş, boya, rahat ve muntazam odalar, araba, kundura ve çoraptır. Bütün bunları kendisine temin eden adam onun gözünde bir ilah kesilir; zira bu adam bütün taptığı putları avucunun içinde getiren harikulade bir mahluktur” Kiralık Konak, Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Dünden bugüne değişen sadece nesnelerin isimleri…
Paraya karşı yenilgimiz devam ediyor…
Ebeveynler öldüğünde yeter ki miras diye bıraktıkları arazilerinin kenarından bir proje geçsin… Gelsin paracıklar… Ölmeden önce sürelim sefayı bizde derdinde olan insanoğlumuz… Parayı buldu mu da yaş kaç olursa olsun taze kadın vücudunu satın alacak ve keyfini yaşayacaktır. Hayali budur…
Anılar ve yaşanmışlıkların hiçbir değeri yoktur. Bastırılmış bir yaşam için para sadece yaşamın sonunda rezil bir şekilde sona ermesini sağlıyor…
Paranın gücü için satılan hayatlar…
Ne de güzel anlatmış Sait Faik Abasıyanık, Sarnıç kitabında; “Önümüzde hayat… Her gün bir başka uykuya yatıp bir başka rüya göreceğiz. Halbuki her zaman, ağır ağır bizimle beraber akan nehir, bir göle varıyordu. Bu gölde artık biz akmıyor, dalgalanmıyorduk. Yahut bana öyle geliyordu.”
Birkaç gün önce bir arkadaşım kitap taşıdığımı görünce; Vecdi, işin mi yok Allahı’nı seversen bırak onu da annesi ve babası ve devleti düşünsün. Ye o paraları…
Benim işim bu…
Bu dünyayı kitap ve okumak ve yazmak, kurtaracaktır. Okuma kültürü, yazma kültürünü geliştirir, yazma kültürü de insanı ve dönemini ve yaşama dönük zaaflarını ve güçlü yönlerini gösterir. İnsanı saklanmaktan kurtarır. Yazma kültürünün diğer en güzel yanı ise boş konuşmayı önlemesi ve dedikodu kültürünü yani kasaba kültürünü öldürmesidir. Kasaba kültürü feodalizmin sığlığından nefes alır. Doğu insanının en büyük düşmanı budur. İçine girdiği kafesten bir türlü çıkması istenmez. Aile de esas olan anne ve babaya itaattir. Okulda öğretmene, cami de imama, sokakta bileği güçlü olana, çalışma hayatında patrona, iş öğrenirken ustaya esas olan biat etmek ve sözünden dışarıya çıkmamaktır. Hal böyle olunca hep kendinizi bastırmış olursunuz. Sonunda belki bir bok olursunuz ancak siz, siz değilsinizdir. Çünkü kurallar ile değil baskı ile korku ile itaat ile öğretirler. Benliğinize sahip olurlar. O öğretilen içinde de yeni diye bir şey de yoktur. İnsanımız bu sarmal içinde bocalayıp durmaktadır. Esas olan bu sarmalın kırılması ve yok edilmesidir. Çünkü yaşam öyle hızlı değişiyor ki bugünkü dünya da ezbere yapılan bir şey yok. Ezber beyni kilitler, düşünmeyi kilitler, yaşamı kilitler. İnsanı hep birine muhtaç anlayışı içinde tutar. Birşeyin kölesi içinde kalırsınız. Çocuklarımızı bu köhnemiş yapıdan kurtarmak zorundayız.
Okumak zorundayız. İnsan okudukça düşünmesini ve yaşamı sorgulamasını öğrenir. Bunu öğrenen insan her düştüğünde nasıl kalkacağını da öğrenir. Kendi kendisinin efendisi olabilmek için insanoğlunun düşünmeyi öğrenmesi ve paraya karşı da zaaflarını yönetmesi gerekir ki bunun ne kadar zahmetli ve yorucu bir yol olduğu da ortadadır. Tıkandığımız noktaları görüyor musunuz… Görebiliyor musunuz…
Oysa doğum olayı oluyor, hayır yapıyoruz, erkek çocuk sünnet oluyor, eğlence ve hayır yapıyoruz, düğün ona keza, yaş günü kutlaması ona keza, ölüyorsunuz yine hayır.. Oysa çok değil bir kaç yıl bu hayır işlerini kısmen askıya alıp kalanı kitaba ve zamanımızın bir kaç saatini okumaya ayırabilseydik bugün ne olurduk bir düşünün…
Yazımızı Sait Faik Abasıyanık ustayla bitirelim: “Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.”
Kitap almak ve okumak ve düşünmek ve soru sormak ve sorgulamak zorundayız…
Saygılarımla…