Sorsak hepimiz yalana karşıyız…
Yalan’ın tanımını yapın deseler ortaya neler çıkardı, bilmiyoruz.
Gelin söze ustanın deneyimi ile başlayalım…
“Sanat Dostları Birliği’ndeki toplantıda Behçet Kemal Çağlar, kürsüye gelir ve;
-Bugünkü konferansımızın konusu “yalan”. Ama önce bir şey sormak istiyorum; Yahya Kemal’in son şiiri “Yalana Methiye”yi okudunuz mu, der.
Herkes “okuduk” diye elini kaldırır. Bunun üzerine Behçet Kemal Çağlar konuşmasını şöyle sürdürür:
-O halde tam yerini ve konusunu bulmuşum. Çünkü Yahya Kemal’in böyle şiiri yoktur.”
Sosyal medya ne komiktir ki bir anlamda hepimizi müteselsilen yalancı yapmıştır. Kolaycılığa ve kopyacılığa olan merakımızdan dolayı önümüzden geçen bir paylaşım hoşumuza gittiyse bir de altında önemli bir isim yazıyorsa önüne ardına bakmadan paylaşıyoruz. Sevdiğimiz isimleri yalanla olduğundan farklı göstermeyi de çok seviyoruz. Yalansız yaşayabilir miyiz, sanmıyorum. İnsanın elinden yalanı almayın diyen bir ustadır. Devam eder usta, insan yalan ile yaşar. Hayallerini almayın. Efsaneleri almayın. Gerçekleri söylemeyin. İnsan gerçekle yaşayamaz. (Nietzsche)
Siyasetimiz de böyledir. İçinde bol baharatlı, acısı az, tatlısı bol siyasi sözleri inanmasak ta öyle çok seviyoruz ki… Bu sadece bize özgü değildir, bunu da not düşelim…
Örneği İran’dan verelim…
Şah Rıza Pehlevi zamanında başka partiler de vardı, ama tüm seçimleri Şah’ın partisi kazanırdı. İran Azerbaycanı’ndaki Ardebil kentinin sevilen nüktedanlarından “Lotu (kabadayı) Kôru”, bir seçim günü oy atma sırası kendine geldiğinde sandığa secde etmeye başlar… “Tapınma”sı uzayınca etraftakiler sorarlar: “Ay kişi, sen ki Müslümansın, hiç sandığa tapılır mı?” Lotu’nun yanıtı kendi dilinde şöyledir: “Ay Erdebilliler, bu sandığa men tapmıyım da kim tapsın; 50 yıldır içine Memmed atıram, amma içinden Mustafa çıhır!”
Demek ki yalanı önlemek için siyasette sandığa ölümüne sahip çıkmak ve sonrasında söylediklerini her mecrada takip edip tepkiyi doğru yönetmek gerekiyor.
Yaşarken yaşadıklarımız karşısında bir durum analizi yapacağımız yerde teslimiyet ruhu içinde bu dünya yalan dünya deyip işin içinden çıkıveriyoruz.
İnsanımızın televizyon ekranlarından “yalan rüzgarı” benzeri dizileri büyük bir merak ve dikkatle izlemesinin altında yatan niyet, kendine o kanaldan dayanak bulması yanında kaliteli yalanın inceliklerini öğrenme isteğidir. Hayatımız yalan üstüne kurgulanmış, kalemlerimiz, sözlerimiz yalan ile çirkini güzel yapma gayreti içinde olmuş ve bundan hepimiz bir anlam da hoşlanmışız…
Rahmetli Ecevit, 12 Eylül sürecinin hemen sonrasında Osmanlı Türk değildi dediğinde şok geçirmiştik.. Oysa dedikleri doğruydu. Osmanlı bir hanedanlık ve bir aileydi… Dağılma sürecinde sadece Balkanlar ve Avrupa kıtasında 28 tane devlet içinden çıktı. Bunlardan biri de devletimiz Türkiye Cumhuriyeti Devletiydi… Bir tek devletimizin kuruluşu farklıydı. Dönemin emperyalistleri bir tek bizim devletimize kuruluş aşamasında genel vali atayamamıştı. Ve biz; bize bir devlet veren, bize bir kimlik veren, bize dilimizi veren, bize dinimizin bağımsızlıkçı yapısının önemini kavratan, bizi kul olmaktan birey olmayan giden yolun bütün dikenlerini ayıklamaya çalışarak insan yapmaya çalışan asker, filozof, siyaset ve devlet adamı kariyerinde en üst mertebede olan bu kişiyi, ülkenin bir kısım insanı yalan diyerek karalamaya çalışabiliyor…
Yalan yaşamımızın içine o kadar girmiştir ki bir ilişki de bile etkisini bazen açıktan bazen gizliden sürdürür. Seni seviyorum sözüne inanılır gibi görünülse de içinin doldurulmasını taraflar birbirinden bekleye dursun ellerinin altından bir yaşam kayıp giderken içlerinde ki kuşku onların en büyük sıkıntısı olur. Kuşkunun içinde yalan ve gerçeği aramak insanı öyle yıpratır ki bunun etkisi sonra ki yıllar da ortaya çıkar. İnsanın sevme duygusu üzerinde ki sınavı da çok önemlidir. Bir insanın sevgisinde boğulmak isteyenin ortaya koyduğu irade sevgi değil, tutkudur. Sevgi tutkuya dönüştüğünde bir sorun ortaya çıkar. Sorun ortaya çıktığında gerçek ve yalan da ortaya çıkar.
İnsan bir bütündür ve her insan mikro bir dünyadır. İnsanı böyle tanımladığınız da insanı değerli kılanın doğruları değil yanlışları karşısında kendisini nasıl geliştirdiği, nasıl yenilediği ve nasıl değiştirdiğidir. Burada yer alan “nasıl,” sonuca karşılık gelir. Sonuçtan kasıt ise sürecin kime, niye ve nasıl hizmet ettiği ve nelere neden olduğudur. Yalan bu cümlenin neresinde diye takılanlar olabilir. Yalan özü itibariyle basit bir kavram değildir. Yalan işin özünde bir zeka meselesidir. Yalan söylemek önemli değildir. Önemli olan yalanı sürdürebilme noktasındadır. Yalanla başlayıp yalanı sürdürebilmek ve yalan üzerinden bir toplumu, bir hayatı, bir düşünceyi taşıyabilmek ve yönetebilmek bir zeka bir akıl konusudur. Bir düşünce sistematiğidir. Yalanı yenebilmek ise öncelikle bir cesaret işidir. Cesaretin dışında onu tamamlayacak olan doğru bilgi, doğru duygu, doğru davranışlardır. Bütün bunları doğrulayacak olan ise kişinin kendi içinde göstermiş olduğu tutarlılıktır. O tutarlılık duygu ve düşünceyle ve davranış bütünlüğünüz ile uyum içinde olmak zorundadır.
Yaşar Kemal’in bir sözü aklıma geliyor; Yalanın gücü doğrunun güçsüzlüğünden değildir. Yalan teşkilat kurmuş, doğru yalnızdır.
Yalan ile gerçek arasında ki mücadele insan aklını yönetmeye başladığından beri devam etmektedir… Biz çocuklarımıza yalan söylemeyin derken yalanın tanımını, amacını ve yaşamımızda ki yerini tam olarak bilmediğimizden dolayı bunu daha çok arkadaşlarıyla olan ilişkileri üzerinden anlatırız. Oysa “yalan” kendi içinde bir bütünlüğü olan ve yaşamın her noktasında varlığını olaylara bakış açımızın içinde sürdüren, sürdürebilen ve bizi, bizleri toplum içinde her noktada izleyen ve bir boşluğumuzda yozlaşmaya yenik düşmeye başladığımızda kendini hemen ortaya çıkarabilen kötülüklerimizin kaynağıdır.
Yalan ile gerçek o zaman insanın bir sorun ile karşı karşıya kaldığı bir noktada ortaya koyduğu tavır içinde aranmalıdır dersek işin özünü doğru kavradık diye düşünürüm…
Özellikle herkesin bugünlerde kendine ya da çevresine sorduğu soru; sorun ne, nerede hata yaptık, nedir bu yaşadıklarımız vs…
Ben de diyorum ki; Sen büyürken çevreni gözlemediysen ya da gözlemlerini analiz edebilecek bilgi eksikliğin varsa, geçmişi merak etmediysen ve okumuyorsan tabii ki sorunu tanımlayamaz ve çözüm konusunda katkı sunamazsın… Kendi kısır döngülerinle boğuşur durursun..
Devam ederim;
*Sorun! Kendini yöneten insan ile kendi yönetimini bir başkasının iradesine veren insan arasındadır…
*Sorun! Kadının sokağa özgürce çıkmasını savunan ile kadını yaşadığı evde güvenliğin için kapı önüne bir çift erkek ayakkabısı koy diyen arasındadır…
*Sorun! Kitap okuyan insan ile ben kitap okumam diyen insan arasındadır…
*Sorun! Elindeki çöpü yada tükürüğünü kimseyi rahatsız etmeden bir çöp kutusuna atan ile çöpü yada tükürüğünü ulu ortaya atan kişi arasındadır…
*Sorun! Sorusu olan insan ile sorusu olmayan insan arasındadır…
*Sorun! Örgütlü(sendika, oda, sivil toplum kuruluşları ve parti) ve duyarlı insan ile örgütsüz ve duyarsız insan arasındadır…
*Sorun! Dünyanın kendisine bedava olarak verdiği nimetleri(ağaç, diğer canlılar, dereler, içme suyu kaynakları, rüzgar ve güneş vb..) hovardaca(kar amaçlı) kullanmak isteyen ile doğaya ve çevreye saygılı olmak koşuluyla kullanmak isteyen arasındadır…
*Sorun! Yaşamın verdiklerini seni seviyorum diyerek kabul eden ile sevmiyorum diyen ve daha fazlası için gürültü koparan arasındadır…
*Sorun! İşyerinin, bağlı bulunduğu örgütün(sendika, oda veya sivil toplum kuruluşu), yaşadığı yerin ve sokağının sorunlarına duyarlı insan ile bu sorunlara ilgisiz kalan insan arasındadır…
*Sorun! Doğumundan önce neler olduğunu merak eden insan ile merak etmeyen insan arasındadır…
*Sorun! Sanal dünyada gerçek kimliğiyle dolaşan insan ile maskeli kimliğiyle dolaşan insan arasındadır..
*Sorun! Paranın gücüne inanmayan insan ile inanan insan arasındadır…
*Sorun! Doğanın sesini seven insan ile paranın sesini seven insan arasındadır…
*Sorun! Yaşamı çok yönlülüğü ve çeşitliliği içinde öğrenen, kavrayan ve bu doğrultuda değiştirmek isteyen insan ile bu temelden yoksun ama sermayenin isteği doğrultusunda değiştirmek isteyen insan arasındadır…
*Sorun! Özgürlük ve aşkın peşinden koşan insanlar ile koşmayan insanlar arasındadır..
Bu böyle uzayıp gider…
Sorun! “Gerçek” ile “yalan” arasındaki bu mücadele insan var olduğu sürece devam edecektir. İnsanın içindeki ben duygusunun ehlileştirilmesi konusu bin yılların sorunu olacaktır…
“Doğruluk işimizi çözseydi yalan söylenmezdi…”
“Duymak istemeyenden daha sağırı, görmek istemeyenden daha körü yoktur.”
“Bir insan, hiçbir durumda yalan söylemek özgürlüğüne sahip değildir.” Thomas Carlyle
“En çirkin yalan, çocuğa ve halka söylenen yalandır. Çünkü her ikisi de kolay kanar.” Lord Braugham
“İnsanlar, yalan söylemek zorunda kaldıkları kimselerden nefret ederler.” Victor Hugo
“Kendi kendine inanmayan her zaman yalan söyler.” Friedrich Nietzsche
“Sanat, gerçekleri tanımamıza yardımcı olan bir yalandır.”
Pablo Picasso
“Ayran içinde yağ nasıl gizliyse, doğruluk cevherinde de yalan gizlidir.” Mevlâna
Keşke yalansız bir yaşam dileyebilsem…
Sevgi ve saygılarımla… Vecdi Yılmaz