“Yabancılaşma” ve “dekadans.”
Her ikisi de ayrı, farklı kavramlardır.
Ancak her ikisi de “akraba” kavramlardır.
Her ikisi de insan, insanlık ve toplumla
ilişkili olup olumsuzluk özelliği taşımaktadır.
İnsanlık, bu iki kavramı “kapitalizm” ile tanıdı.
Bugün gelinen noktada, bu ikisi de tavan yaptı.
Denilebilir ki her ikisi de insanı adeta “insanlıktan çıkardı.”
“Yabancılaşma”yı Karl Marx, üretimdeki insanın,
giderek de her insanın “kendinden uzaklaşması”
olarak tarif eder.
Bunu, kapitalizmin insan üzerindeki yıkıcı etkisine
dikkat çekmek için kullanır.
”Yabancılaşma” ile bireyin kapitalist düzende nasıl
“bozulacağını” hem kendine hem de çevresine
karşı “duyarsızlaşacağını” ifade eder.
Bireyin gündelik yaşam etkinliğinin bozulması ile,
kendi ailesine karşı kabalaşacağını; topluma karşı da
vahşileşeceğini ileri sürer.
Aslında bu bozulma da iki türlü gerçekleşir:
İlki, insanın gerçek doğadan kopması ve ona
“yabancılaşması”dır.
İkincisi de insanın kendinden uzaklaşması, bir başka şeye dönüşmesidir.
Kendisiyle birlikte, kendi doğasına, kendi
varlığına ve kendi emeğine yabancılaşmasına;
kendisi için tam bir “öteki” olmasına yol açar.
Oysa bu, insan için “vahim” bir durumdur.
Küresel vahşi kapitalizmin bugün bireyin-toplumun
bütün hücrelerine çok acımasızca nüfuz ettiği
düşünüldüğünde “yabancılaşma” kavramı,
günümüzdeki bireyin ve toplumun “buhran”
halini, çok da isabetli açıklar.
İşte, kapitalizmin insanı çeşitli araç gereçleriyle, türlü
yol ve yöntemleriyle kendinden koparıp,
bir başkası-öteki- haline getirdiğinin adı,
“yabancılaşma”dır.
İnsan, insanlık, toplumlar, küresel kapitalizmin
bu “çok güçlü zehiri”yle iflah olmaz biçimde
zehirlendi ve kendinden uzaklaştı(rıldı).
İnsan-lık, gerçek doğa dışında, kendine başka
bir “doğa” kurgulayarak “gerçek doğa”ya
yabancılaştı-rıldı.
Yani insan için ilk büyük kopuş, bu gerçek olan
doğadan kopuşudur.
Ancak süreç yavaş işlediğinden, yıkıcı sonuçları da
erken fark edilemedi.
Dünyada olup bitenleri şöyle bir gözden geçirip, düşünmeli.
Fakat insan için asıl “yabancılaşma” ikincisidir.
Yani insanın kendisine, kendi doğasına, kendi varlığına
ve de en önemlisi kendi emeğine yabancılaşmasıdır.
İşte bu da kapitalist ekonomik düzenin en “vahim” ve “vahşice”
olan sonucudur.
İnsanın kendisi için “öteki” olmasına yol açan
bir sonuçtur.
Bu çok korkunçtur.
Yabancılaşmış emek ya da emeğine yabancılaşmış
birey, aynı zamanda “yabancılaşmış bir toplum” da
yaratır.
İnsanın, kendi ürettikleri tarafından tehdit edildiği ve
teslim alındığı, insanların birbirileriyle bireysel olarak
ayrıştığı, etnik milliyetçilik, dinsel-mezhepsel nefret
gibi çeşitli alt ve mikro kimlikler-farklılıklar etrafında kutuplaştırılıp
bölündüğü bir dünyadır bu.
Ekmekten suya, sağlıktan eğitime her şeyin,
milyonlarca insanın gücünün yetmediği
metalara, mallara dönüştüğü bir dünya.
Bu yabancılaşma, küresel kapitalizmin
kendini yeniden üretebilmesi içindir.
Fakat insanlık da hayatta kalacaksa ve
insan yaşamları da özgürleşecekse,
değiştirilmesi de kaçınılmaz hatta
zorunlu olan bir dünyadır bu.
“Yabancılaşma” insanın ve toplumların,
dünyayı gerçekçi anlama yeteneğini
temelden etkiledi ve derinden sarstı.
Mal ya da ürün, insandan önce geldi.
Mal ve ürünler, sanki ruhları varmış
ve büyülüymüş gibi düşünülür oldu.
Yani bir tür “ürün fetişizmi” doğdu!
Sanki ürünlerin değeri, sahip oldukları
içsel özelliklerince belirleniyormuş
gibi görülür oldu: çeliğin gücü, altının
çekiciliği, elmasın parlaklığı gibi…
Oysa bütün mal ve ürünlerin değeri,
üretilmeleri için gerekli olan “emeğin
ve zamanın miktarı” ile belirlenirken;
bu gerçeklik bütünüyle ve kökten, hiç
yokmuş gibi hatta bilmezden gelindi.
Bu, insanlığın ruhuna, beynine işlendi.
İşte bu tam bir “yabancılaşma” gerçeğiydi.
Sonuç maliyeti, insanlık için ağır oldu.
En ağırı da insanın doğal dayanışması, tahrip oldu.
Sınıflar ve sömürü gerçeği unut(tur)uldu.
Unut(tur)ulan sınıf dayanışmasının yerini
aynı sınıfın etnik, dinsel-mezhepsel ve de
bölgesel kamplaşmaları-çatıştırmaları alınca, toplumsal
sınıflara dayalı siyasetlerin yerini “kimlikçi”
siyasetler aldı.
Yeni tip siyasette ve siyasi yapılarda da;
sağda ya da solda da olsa aynı uzantılar,
yerlerini fazlası ile aldı.
Kısaca “yabancılaşma” bünyeyi sardı; metastaz yaptı!
Ünlü Alman filozofu olan Nietzsche’nin de
“dekadans” kavramı ise “yabancılaşma”dan
farklı; ancak karşıtı değil, akrabagilleridir!
Yabancılaşmayı yaratan koşulların
yarattığı bir başka acı gerçekliktir.
Yabancılaşmayla aynı paraleldedir.
Bu paralellik, insan ve insanlık için
“iyi-doğru-güzel” olanda bozulma,
çökme, düşkünleşme, gerileyiş halidir.
Bireylerde, toplumlarda ve kültürdeki
dejenere olma, bezginlik ve
karamsarlık halidir.
“Erdem”in yerle bir oluş halidir.
“Dekadans” toplumsal ve ruhsal çöküşte
olan insanı- insanlığı tanımlar.
Yaratıcı ve dayanışmacı insanın karşısına,
“sürü” diye tanımladığı bir anlayışı koyar.
“Sürüleşmiş” insanın da daima, güçlü olan
tarafından itirazsız yönetilmeye, ezikliğini
kabullenmeye yönelik o hazin sonu vardır.
Uzun süredir ülkemizde de iktidarın temel amacı da, genel
duruma paralel olarak, topluma siyasi
bir örtü altında, demokrasi dışı bir yapıyla kalıcı ve
sürekli egemen olmaktır.
Buna yönelik olarak da insanı kendine
yabancılaştırarak, gerçeği görmelerine, türlü yol ve yöntemlerle,
sürekli engel olmaya çalışmaktadır..
Suskun, duyarsız ve bağnaz bir toplum
yapısına sahip olmayı amaçlamaktadır.
Özeti, kapitalizmin, insanlığın başına açtığı ve
insanlığı toptan tehdit eden bu fayrus(virüs)
belası, küresel kapitalizm ile birlikte,
hem “yabancılaşmanın” hem de
“dekadansın” pik-tepe yaptığı yerdir;
“hayırla şerrin” mücadelesinde, zirvedir.
Evet, kesin olan,
bundan sonra,
hiçbir şey, eskisi
gibi değildir.
Kapitalizm, yenilmez değildir.
Yeni çıktık farzet sudan,
İlkel umutlara safça yaslan
ve düşlere dal.
Masalın sonunu duymadan,
uykuya yenik düşen çocuk gibi
hep masum kal.
Ah, ne kaldı, ne kaldı;
daha umudum var.
Ah ne kaldı, ne kaldı;
hala bir ruhum var.