“Gazetecilik, ticarete dönüştükten sonra, kendisine ‘müşteri’ ismi verilmesi daha doğru olan okuyucunun hoşuna gitmek gayretiyle gazeteler, giderek sütunlarında fikrin bütün şekillerini silip süpürüp attılar. Tembelliğe düşen güzel bir gövdeyi nasıl her tarafından yağ tabakaları kaplarsa, gazeteler de bir taraftan yiyecek ve içecek ilanları, diğer taraftan yazıyı uzaklaştıran resimlerin istilası altında kaldı. Dünya basınına göz atılınca hükmedilir ki, zamanımızda mide ve bağırsak, beyinden çok daha şerefli birer organ payesini bulmuştur. Hatta iri göbekli insanların etrafımızda çoğaldığına bakılırsa, birçoklarının şimdi, beyinlerini kemik muhafazasından çıkarıp karınlarında taşıdıklarını düşünmek gerekiyor.”
&
Masamızdaki kalabalığı ayıklarken kesip kenara koyduğumuz bu metin geçti elimize.
1928’de yayınlanan Ahmed Haşim’in “Bize Göre” isimli kitabından…
Aradan geçen 93 yıla rağmen halihazır vıcıklığa bakınca; her daim aynı çirkinliklerin var olduğunu düşünüyor insan…
Ahmed Haşim o zamanlarda yağ tabakalarıyla kaplanmış şekilde tasvir etmiş gazeteleri.
Şimdi yağ tabakası yerini müsilaja bıraktı…
Çok daha yoğun, çok daha geniş bir alanda kirlenme var basında.
Vıcıklığa gömülen, tel tel dökülen, lime lime olmuş bir tablonun ortasında Türkiye.
Nereye el atsanız elinizde kalıyor.
Mafya, kara para, uyuşturucu girdabına girdik; pupa yelken yol alıyoruz.
Anlı şanlı(!) gazetelerin sütunlarında bir punto haber yok.
Bir zamanların amiral gemisi(!) olarak adlandırılanında yok…
“Halk Gazetesi” denen fikir gazetesinde fikir kalmamış…
“En çok satan gazete” diye böbürlenen(!) ama her tarafta bedava dağıtılan boncuklu gazete zaten başka bir paralel evrende sanki.
&
Gündem kara para, uyuşturucu, rüşvet, suç örgütü liderinin iddiaları arasında şekillenir halde.
Neden çok izleniyor diyorlar ya Peker için?
Siz iddiaların üzerine gitmezseniz, araştırma açmazsanız, doğru ya da yanlış iddiaları araştırmaz, topu yargıya atmaz iseniz izlenir elbet; bundan daha doğal ne var?
Türkiye’nin itibarı uluslararası alanda giderek dibe vurmakta.
Zarrab ile başlayan bu yola şimdi SBK olarak kısaltılan Sezgin Baran Korkmaz vakası da dahil oldu.
1977 doğumlu, ortaokulu bile bitirmemiş SBK bu paraya, bu kadar malvarlığına nasıl kavuştu; nasıl oldu da ABD’de yarım milyar doları aşan dolandırıcılık işine bulaştı?
Yargıtay üyesi ile fotoğrafı var; yemek yerken…
Yargıtay üyesi açıklama yapıyor; avukatı arkadaşımdı beraber yemek yedik diye…
Eee??
Sonra SBK’nın malvarlıkları üzerindeki tedbir kalkıyor, yurt dışı yasağı kaldırılıyor; paşa paşa yurt dışına çıkıyor…
ABD işin içine girince şak Avusturya’da yakalanıyor; ABD yargılamak için istiyor; biz de lütfedip istiyoruz.
Ve SBK; Türkiye’ye iade edilmek istiyor; neden acep?
&
Gazetecilik tarafında olan yozlaşma ise yeni bir boyut kazanmış durumda…
Oysa zaten “şak” diye adının önüne gazeteci sıfatı eklenenlerin, hiç de gazeteci olmadıklarını, bir tarafa dayanarak, bir taraftan gazlanarak ve finanse edilerek gazeteci kimliğine büründüklerini, camianın içinde olan gerçek gazeteciler zaten biliyordu.
Ama vatandaşın çoğunun gerçeği bilmediği ekran yüzlerinin deşifre olması da gayet iyi oldu.
Marmara nasıl müsilaj kusuyorsa, basın dünyası da içindeki kirliliği mi çıkarıyor açığa?
Ergenekon döneminde Bülent Arınç’ın hafızalara kazınan o sözü gibi, Türk medyası “bağırsaklarını mı temizliyor?”
“Her şerde bir hayır vardır” deriz ya…
Umut edelim ki bu çözülme sonuna kadar gider de Ahmed Haşim’in deyimiyle yağ tabakalarından arındığımız günlere kavuşuruz.
Vıcıklığın dibindeyiz şu an…
Arınmak, nefes almak ne zaman?