Önce Gezi’den suçsuz bulunuyorsun…. Tahliye olurken casusluktan içeri alınıyorsun…
Sonra casusluktan beraat ediyorsun, Gezi’den ağırlaştırılmış müebbet yiyorsun…
Hüküm verilen suça bakıyorsun:
“Hükümeti devirmeye teşebbüs…”
İsmini duyunca bile insanın içi ürperiyor…
Evlerden ırak!..
Fakat gel gelelim, biz mi birşeyleri kaçırdık, fark edemedik mi?
Gezi’de fiilen yüzbinler, manen milyonlar yok muydu?…
Böyle ağır, böyle marjinal bir suçu hepi topu birkaç kişi mi işledi sadece?
Ayrıca Gezi, bizim gördüğümüz bireysel inisiyatiflerle ortaya çıkmış bir “şehir, çevre, park” eylemiydi.
İçinden nasıl olup da kollektif suç örgütü ve hükümeti devirmeye teşebbüs suçlamaları yaratılabildi ki?..
Park savunmasıyla mı hükümet devrilir, bu kadar da kolay olmasa gerek di mi?..
Devam edelim…
Sadece tespit yapıyoruz…
Ağırlaştırılmış müebbet verdiğiniz kişi hakkında uluslararası hukuk açısından bağlayıcı AİHM ne dedi: “Hak ihlali var, derhal tahliye kararı verin.”
Buranın altını çizelim…
Avrupa Konseyi’ndeysen…. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin imzacı devletlerindensen …. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargılamasına tabi olup, kararlarını da bağlayıcı kabul ettiysen nedir bunun hükmü?
AİHM’in vermiş olduğu kararı da uygulayacaksın, başka bir alternatifi yok …
Ya da pek bir trend olduğu haliyle beğendiğin kararı avuçların patlayıncaya kadar alkışlayıp uygula, beğenmediğini tukaka ilan et, yok say olmaz.
İşte bu noktada tek bir çıkış yolun olabilir ki, o da tıpkı İstanbul Sözleşmesi’nde olduğu gibi sözleşmenin tarafı olmaktan çıkmak…
Yani sözleşmeden de çıkarsanız, Avrupa Konseyi’nden de… Kimse sizi zorla orada tutmuyor, o zaman AİHM diye bir derdiniz(!) de kalmaz …
Ama evrensel hukuk ilkeleri penceresinden şu çelişkinin dudak uçuklatan tarafına bakar mısınız;
AİHM’in tahliye dediğine siz müebbetin ağırlaştırılmışını veriyorsunuz…
Makas açıklığına bakar mısınız?…
Ağırlaştırılmış müebbet ile tahliye arasındaki fark siyah ile beyaz kadar ters ve uzak…
Kararı veren heyete bakıyorsunuz…
Aynı makas açıklığı orada da var…
Kararı veren 3 kişi…
Biri beraat diyor, ikisi ceza diyor…
Beraat ile ağırlaştırılmış müebbetin makas açıklığı yine siyah ile beyaz kadar!
Tam da burada, Ceza Hukukunda yetişmiş tüm hukukçu bilim insanlarının birleştiği bir ortak nokta var ki o da şu:
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının oy çokluğuyla verilmesi, hukukun evrensel ilkelerine aykırıdır. Bu kararın ancak ve ancak tüm heyetin oybirliği ile alınmış olması gerekir.
Gelelim işin diğer tarafına…
Ceza diyen iki üyeden birinin siyasi kimliği de su üstüne çıkıvermiş …
Üye yargıcın, seçimlere girmek istediği için kamu personeli görevinden ayrıldığı, seçilirse siyasete devam edecekken seçilemeyip görevin döndüğü bir hayat hikayesi var…
Bu hikaye herkesin dilinde mi?
Bakan nezdinde savunma açıklaması yapabilecek kadar gündeme oturduğuna göre herkesin dilinde…
Peki yargıç cübbesini yeniden giyen bu hakimin siyasi geçmişinin üzerine bir sünger çekip beyaz sayfa açması ne derece mümkün?
Silebilir mi siyasi kimliğini?
Silebilmiş mi?
Bu kadar üzerine yapıştığına göre ve kararda kullandığı oyun rengine de bakınca belli ki silememiş.
Konuyu Gezi Davası ya da Osman Kavala özelinden bağımsız düşünerek söylemek mümkündür ki, siyasete bulaşmış bir yargı mensubu bizce tekrar kürsüde olmamalı. Hadi oldu diyelim, böyle siyasi niteliği olan davalarda hiç olmamalı…
Gezi ve benzeri siyasi nitelikli davalarda adil yargılanmanın, bağımsız tarafsız hakim ve mahkeme ilkesinin rafa kalkmış olması şaşırtıcı değil elbet…
Ama güzel ülkemiz adına can yakıcı, iç acıtıcı olduğu kesin!..
İşte bu tuhaflıklar zincirinde verilen karar, üst kanun yollarına başvuru neticesinde belki de düzelir.
Hatta konu AYM ve AİHM’ye gidince ne olacağı da bellidir; koca bir hukuk ayıbı daha Türk hukuk tarihine geçmiş olacaktır.
Hiçbir temele oturamadığı gibi en başından beri siyasi öç alma duygusuna hizmet eden ve siyasi konjoktürün de değişmesiyle düşme ve beraat kararlarıyla neticelenen Ergenekon, Askeri Casusluk, Balyoz gibi davalar gördü bu ülke.
Onların akıbeti de hukuk devletinin temel ilkelerine güven duyan insanlar için en başından belliydi.
Mevzu bahis Gezi Davası’nın akıbeti de en başından beri farklı değil..
Görünen köy kılavuz istemez…
Davanın adı ister “Vala” olsun, ister “Kavala”…
Hani çocukların “vallahi” yeminini kısaltıp çoğu zaman “valla” olarak kullanıp geçmeleri var ya…
Valla da deseniz vallahi de deseniz bu kadar tezatlık, bu kadar çelişki, bu kadar akla ve vicdana aykırılık yanında bir de “yargı bağımsızdır” demeyin bari!..
En basiti, yargı gücünün temel unsuru olan hakimlerin bağlı olduğu kurula, yürütme erkinin üyesi olan Adalet Bakanı’nı başkan kılıp, bu sayede yürütmenin yargıya sopa gösterdiği bir düzende…
Bu sözlerle kargaları bari tekrar tekrar güldürmeyin halimize!..