Temmuz sıcağı ortalığı kasıp kavuruyordu. Yokuşun başında soluklandı. Saat kulesinin sesiyle irkildi.” Yeşilli kahvesinden buraya yirmi dakikada gelmişim, gençliğimde olsa bu yokuşu dinlenmeden çıkar, şimdiye Martlı camisinin yanında olurdum ” diye söylenerek yokuşun sonuna ağır ağır yürüdü. Tavanlı çeşmede , buz gibi su ile elini yüzünü yıkadı. Serinlemişti. Dış kapıdan öksürerek girdi bahçeye. Taş merdivenleri inerek havuz başındaki hasır koltuğa oturdu. Sıcaktan hanımeli bile bezgindi. Çardağın her yanını sarmalamış, uç dalları , yaprakları su ile kavuşmayı bekler haldeydi. ” Hasene çiçekleri sulamamış” dedi. Kan kırmızı güller, sardunyalar, ortancalar, kadife çiçekleri de susuzdu.
Bahçedeki büyük mutfak kapısında Hasene hanımı gördü. Sevgili karısı. Yıllardır bu evde tek şikayet etmeden, Ahmet Bey’in her dediğine evet diyen beş kızının anası..
– Hoş geldiniz Ahmet bey.
– Hoş bulduk Hasene Hanım , hoş bulduk. Yemekte neler var ? Bugün çok acıktım. Encümen toplantısında bizi üzdüler. Bu insanlara ne oluyor böyle anlayamıyorum. Yahu orada olanları birisi bana anlatsa dünyada inanmam. Ama ben oradaydım ve yaşadıklarıma hala inanasım gelmiyor, yazık !.
Sıcaklar bastırdığından bu yana Ahmet beyin şikayetlerinin ardı arkası kesilmiyordu. Hasene hanım şimdi kalkıp da ” sıcaklar başladığından beri sizi memnun etmek çok zor “dese hemen itiraz ederdi. Ses çıkarmamak en iyisiydi.
– Ben sofrayı hazırlarken sen de çiçekleri sula bari Ahmet Bey, elim ermedi bugün.
– Peki , hemen sularım, buralarda serinler hiç olmazsa.
Yaz geldiğinde , akşam yemeği havuz başında yenir, yemek sonrası az şekerli kahveler , tam akşam ajansını dinlerken içilirdi. Hanımelleri ve gülleri sularken beyaz kireçle boyanmış sardunya saksılarını aradı gözleri. Yıllardır bu bahçede sardunyalar hep aynı yerde dururdu. “Tuhaf ” dedi !. ” Niye yerlerini değiştirdi acaba ? ”
– Hasene hanım, sardunya saksılarını neden bu tarafa aldınız ? Tek başınıza nasıl kaldırdınız bunları buradan ?
– Kavas Hocanın hanımı ile taşıdık. Biraz da bu tarafta dursunlar dedim. Hep üşenirdim taşımaya. Yıllardır aynı yerde duruyorlardı. Sıkıldım orda durmalarından. Nasıl ? Olmamış mı ?
– Yok canım olmuş olmuş. Daha güzel duruyorlar burada.
Bahçede bu değişikliğin olması güzeldi.Bembeyaz kirecin kokusunu yeni duymaya başladı. Sonra hanımelinin kokusunu fark etti. Çiçekleri suladıkça akşamın güzelliği bir kat daha artıyordu. Keyiflendi birden. Sevgiyle baktı Hasene Hanım’a.
– Yemek ne zaman hazır olur ?
-Hemen şimdi.
Yemek boyunca tek söz etmediler. Ahmet Bey belediyede encümen azası olduğundan beri daha yorgun, daha asabi olmuştu. Kendi işine bu kadar koştursa ne olurdu ? Eve geldiğinde yemek hazır olmazsa olmazdı. Yıllardır ona hizmette kusur edilmezdi. Çok şanslıydı. Hasenesi ile gurur duyardı. Kızlar evlenip gittiğinden beri birbirlerine daha düşkün olmuşlardı olmasına da , Ahmet Bey karısının söylediklerini , istediklerini hep kendinden sonra yapardı.
Kahvesini içerken karısını göz ucuyla süzüyordu. Hasene’nin sıkıntıyla ellerini oğuşturması hayra alamet değildi. İçindeki huzurun kenarına bir sıkıntı çökmüştü. Bakışları , iri ela gözleri dalgın ve umutsuzdu. Hasene her zaman sevgiyle bakardı Ahmet Bey’e. Ancak , kızlarda ilgili bir terslik varsa böyle olurdu. Tedirgin ve huzursuz.
” Hayrola” dedi içinden. ” İnşallah kızlardan birinde zarar ziyan yoktur . Olursa çok yanarım çok ” Elini masanın kenarına vurup, nazarları kovaladı aklınca…
Hasene Hanım sıkıcı havayı daha fazla uzatmak istemedi, toparlanıp mutfağa gitti. Yaz gelince küçük ceviz konsol ile gramafon da bahçeye taşınır, hanımeli çardağının altında , havuz başında yaz boyu çalınırdı. Yerinden kalkıp taş plakları karıştırdı. Müzeyyen Senar, Hamiyet Yüceses, Safiye Ayla, Münir Nurettin , Hafız Burhan… Hasene Hanım , hepsini severdi . Ama Hafız Burhan’ı dinlerken hep hüzünlenirdi. Babacığının sesini Hafız Burhan’ın sesine benzetirdi. Küçücük bir kızken belleğinde kalan o yanık sesli babacığını anlatır da anlatırdı. Kısacık birlikteliklerinde hatıraları hep canlı, hep berraktı.
Hasır koltukta Müzeyyen’i dinlemeye koyuldu. Akşamın geceye merhabasıyla bahçede her şey insana huzur veriyordu. Bu huzuru karısına borçluydu. “Ama onun bu akşam hali hiç de iyi değil. Yıllardır bana şikayetsiz katlandı. Her zaman sevgiyle , hürmetle hizmet etti. Bir kuru sevgiyle beni bunca yıl sırtında taşıdı sanki. Ya ben ?”
Ahmet Bey sevgi ile hüznü bir arada yaşadı. Delikanlılığımdan kocamışlığıma kadar hep aynı ilgi , aynı sevgi ne azaldı , ne bitti diye geçirdi içinden. Ama sevgili eşi bu akşam keder yüklüydü. Korkusunu yenmeye , onunla ne olup bittiğini konuşmaya karar verdi. Karşısında oturan Hasene Hanımı görünce keyiflendi. Dalıp gitmişti.. Masanın üzerindeki gümüşlü sigara tabakasından bir sigara yaktı. Yumuşak bir sesle:
– Yarın seninle bir fayton kiralayıp Değimenboğazı’na gidelim dedi. Kavas Mehmetlere de söyle , onlar da gelsinler , olmaz mı ?
Kızlar evlendikten sonra komşuları ile olan ilişkileri daha bir sıcaktı.Kavas Mehmetler, Faytoncu Kostak Ahmetler, Şekerci Bekirler, Fakılar, Ayakkabıcı Salih , İnhisarlardan emekli Zehra Hanım ve eşi Maksut bey. Aynı mahallenin gençleri.. Orta yaşı çoktan geride bırakmışlardı. Çocuklarının evlendirmeleri onları birbirlerine daha yakın, daha sevgili yapmıştı. Martlı Mahallesinin hanımları olarak, her çarşamba sözleşir, Kostakların en yeni faytonuna biner “yeşilli hamamına” giderlerdi. En güzel börekler, dolmalar yapılır, yeni entariler giyilir, bu hamam sefaları bir şölene dönüşürdü. Fayton deyince Balıkesir’de ilk akla gelenler, “Kostak”lardır. Baba – oğul onların faytonları çok özeldir. Binenler de çok şanslı. Çünkü bu faytonların koşumları nakışlı, tentesindeki püskülleri parlak , fenerleri hep ışıl ışıldır. Faytona koştukları atların heybetleri insana güven verir. Nallarının döşeme taşlarında çıkardığı sesler uzun yolda insanın uykusunu getirir. Şıkır şıkır bir sestir bu. Huzurla gidilir her yere.
Sünnet çocukları Martlı Mahallesi’ni hep bu faytonlarla dolaşır, gelin gibi süslenen atların güzelliğine aldanır ve sünnetçiye teslim olurdu.
Ahmet Bey birden kendine geldi.Nerelere dalıp gitmişti öyle,toparlandı. Hasene Hanım, sıkıntılı bir sesle:
– Kavas Mehmetler yarın gidiyorlar, biz iki kişi napalım Değirmenboğazı’nda, sıkılırız, dedi.
– Yoo diye itiraz etti Ahmet Bey. Sıkılmayız. Maltızda sana köfte pişiririm. Hem ağaçların altı püfür püfür esiyordur. Kavaslar nereye gidiyorlarmış ?
– Çanakkale’ye şehitliğe, babalarının mezarını ziyarete.
Ahmet Bey’in neşesi kaçtı birden. Bir yandan da sevindi. Kızlarda bir keder yoktu. Bunu hissetmişti. Hasene yıllardır söyler durur:
– Babacığımın şehit düştüğü toprakları bir görsem. Başka bir şey istemem, diye. ” Başka bir şey istemem” Ne demekti bu ? Hasene için bu o kadar önemliydi ve ben laf olsun diye ona aldırmadan:
– Tamam Hasene , yaza gideriz, olur biter. Onlarca yaz gelip geçmişti de bir kez bile onu oralara götürmemiştim. Hasene’nin şehit babasından kalan gümüşlü sigara tabakasını günde kaç kez açıp , içinden sigara alıyordu. Hasene de bu tabakayı her zaman özenle parlatır, akça pakça elleriyle üzerine onu incitmeden hafifçe vurur:
– ” Babacığımın elleri var bunda” derdi.
Ahmet bey birden çok utandı. Karısına ne kadar haksızlık etmişti de farkına bile varmamıştı bunca yıl. Şehit kayınpederinin tabakasını yanından hiç ayırmadığı halde, onun bu kadar önemli olduğunu unutmuştu adeta.
Kendisi oralara kaç kez gittiği halde hiç şehitliğe gitmemişti. Utancı şimdi daha çoktu. Masanın üzerinde duran tabakayı eline aldı. Sevgiyle okşadı. Gözlerindeki yaşların akmasına aldırmadan doyasıya ağladı. Hasene’nin yanında ilk kez böylesine ağlıyordu. Ayağa kalktı,Karşısındaki hasır koltukta onu şaşkınlıkla izleyen karısına baktı. Yanına gitti. Onun siyah parlak saçlarını okşadı. Omuzlarından tutup ayağa kaldırdı. Gözlerini yakaladı gözlerinde ve.
– Hazırlan. Yarın Çanakkale’ye gidiyoruz.
Duyduklarına inanamıştı Hasene Hanım. Nihayet Hafız Burhan sesli babacığının mezarına gidecekti. Onunla bunca yılın hasretini giderecekti. Toprağına dokunacak, ona dualar okuyacaktı. Bunca hasret dolu yıllara rağmen onun o güzel ve yanık sesi kulağından hiç gitmemişti. Ne zaman duymak istese o sesi , hemen kulaklarında çınlardı.
– Çanakkale içinde aynalı çarşı…