Hava soğuk , fırtına düdük öttürüyor camlara, çatılara, kapılara.
Kaz Dağları beyaza büründü. Zeytinli’ye kar bir türlü yağamıyor. Kar görmeye Hanlar’a gidiyor konu komşu.
Sobanın üstünde kaynayan çay mis gibi kokuyor, içmek için sabırsızlanıyorum.
Açıyorum bilgisayarımı , anamın köşe laflarından birini sayfama yazıyorum.
Ayaklı Gaste : “Uyanmayanın vay halına, kış günü razı olur nalına”
***
Sayfamdaki yazımı okuyan adaşım ;
– Dur Fatma Zehra’ya bir telefon açıp bu konuda azıcık söyleşeyim demiş .
” Annenin sözlerini ara sıra yazıyorsun ya , vallahi düşünüp kalıyorum. Yahu ben bunları daha önce böylesine öz bir şekilde duymadım.”
Kısa bir hoşbeşten sonra , havadan sudan , kardan , fırtınadan söz ettik. Kaz Dağları karlara büründü ama Zeytinli’de kar yok. Kar taneleri daha uçuşurken kayboluyor. Binalardan kar bile yağamıyor memlekete. Fırtına çatılara meydan okuyor.
Adaşıma dedim ki ;
– Senin ev kaloriferli, benim ev sobalı, hadi kar – kış deme atla gel, sobada kestane kavuralım.
– Bugün olmaz ama, haftaya belki dedi. Anlaştık. Anacığımdan bir sözle telefonu kapattım.
– “Güvenme dayına , ekmek al yanına “.
Anacığım , kimseye güven kalmadı gari. İnsan şaşıp kalıyor, ahvalimiz, durumumuz budur.
***
Bir gün iki minik arsamı satmak için annemle konuşuyordum. Satmamı istemiyordu. Senden aş ekmek istemiyor. Elleşme dursun. Toprak satılmaz. Toprak üremez. Toprak büyümez. Ama seni doyurur.
Anacığımla ; Türkiye ve dünyada olanı biteni onunla konuşurken bazen beni çok şaşırtırdı. Sanki diplomat gibi anlatırdı. Sanırsın ki , kitaptan bir sayfa okuyor. Muzırca gülümsediğimde, sen gül bakalım, ben göremem ya, yarın öbür gün elinizdeki bir karış toprağınızın kadrini bilmedik diye hayıflanırsınız. Rahmetli dedeniz gibi. Sat sat nereye kadar!..
Belli ki , dedemin arazilerini satmasını içine sindirememişti. Bana da o yüzden karşı çıkıyordu.
Gülerek anlatırdı bazen ;
” Ne anlar arabacı Ahmet , topraktan , tarladan , ekmeğini kazanır yabandan ”
Dedem Ahmet Öksüm’ün 1940 lı yılların başında yolcu taşıyan arabası vardır. Balıkesir / Balya , Balıkesir /Edremit ve Ayvalık’a yolcu taşımaktadır. Toprakla uğraşmak ona göre değildir. Erdek’te aldığı zeytinliğini işleyemez. Bir süre kiraya verir sonunda onu da satar ve anneannemle küsüşürler. Anneannem babasından kalan arazilerini satmaz. Annem sorar bir gün ; neden satmıyosun annem.
İnadımdan der!. Arabacıya verilecek param yok benim. Tamir, lastik , şoför ve muavin parası derken onlar da giderse, güvencem gider , diye yanıtlar.
Anacığım , Araplara sattığımız toprakların büyüklüğünü bileydi , bu günleri göreydi , hücceten giderdi. Bence iyi ki görmedi.
Ah benim , çakır gözlü anacığım, aslında , senin o köşe laflarını oturup kitap yazar gibi yazmalı. Aleme ibret , kulağa küpe olsun diye.
Uyuşuk insandan hiç hoşlanmayan annemin ,meşhur sözlerinden biridir. Çocukluğumuzda, çalışın , okuyun derken ara sıra bizi güldürürdü. Bu akşam niye” be be” yapmadınız. Hadi bakayım. Dersler çalışılacak.
Devletin başındakileri eleştirirken söylediği o güzelim deyişini buraya not edeyim de, torun – tombak da okusun.
” Uyanmayanın vay halına !.
Kış gününde razı olur nalına.”
Şöyle bir düşündüğümde, ne sözmüş be diye hayrete düşüyorum. İki cümle ile anlatılanların enginliğine aklı şaşıyor insanın.Uyu uyu, yat uyu diyen bir alfabe ile yıllarca uyutulmuş bir milletin evlatlarıyız biz.Düşünmemiz, sorgulamamız istenmiyor. Uyuya uyuya tosuncuklar gibi büyüdük. Büyüklerimize soru bile soramadık çoğu zaman. Büyükler bizim yerimize, düşünüp söylüyor .
Felsefe dersi şimdilerde okutuluyor mu ? Bir bilene sorsak mı ? Felsefe dersi neden okutulmuyor ?
Nedenini sorduğunda azarlanmayacağından emin bile değilsin. Mesela , emekli bir eğitim uzmanı olarak , Milli Eğitim Bakanımıza sorabilir miyim ? Neden diye!. Alacağım yanıtı aşağı yukarı tahmin edebiliyorum. Artık soru sormaya bile yacanır olduk. Eğitim notumuz ile dünya üniversiteler sıralamasında en sona gelip oturmuşuz. Cumhurbaşkanımız bile bu durumdan yakınıyor. E biz napalım o zaman ? Kime gidip şikayetçi olalım.
Köylerimizdeki o güzelim okullar viraneye dönmekte. Her geçen gün o binaların yavaş yavaş tükenişini görmek insan olarak , eğitimci olarak içimi acıtıyor.
İlkokul bebelerini yakındaki kasaba okuluna taşıyoruz epeydir. Rahmetli Bülent Ecevit’in köy çocuklarına ve köylümüze yaptığı en büyük haksızlıktır bence. Devlet adamı olarak dürüstlüğünü buraya yazmaz isem ,Bülent Ecevit’e haksızlık etmiş olurum. Neden böyle yapıldığına dair hala daha doğru bir açıklama yapılamadı. Köy öğretmenliği yaptığım için , öğretmenin köydeki değerini ve önemini çok iyi bilenlerdenim. Köylü en sıkışık ve çaresiz olduğunda sizin kapınızı çalar. Yol gösterici olmanızı ister. Öğretmen köyde bir ışıktır onlar için. Aydınlığını yitirmeyi hiç istemedikleri bir ışık.
Şimdilerde ışıksız kalan köylerimizin çocuklarını sabah – akşam ışığa taşıyoruz.Işığa gidenlerin umudu artsın. Yurdumun çocukları aydınlansın.
Taşımalı eğitimde en hızlı arabayı bizimkiler kullanıyordur. Zavallı köy çocukları , evinden okuluna gitmek için her gün haldır – huldur araçlarla gidip geliyorlar.İyi ki şimdilerde köy okulunda okuyan bir öğrenci değilim.
Muazzez Türüng söylerdi bir zamanlar. Muhteşem bir türkümüzdür. Ezgisiyle insanın içine hüzünle neşeyi birlikte hissettirir.
Mektebin bacaları , ders verir hocaları.
Köy mekteplerinin bacalarında baykuş bile ötmüyor artık.
Burhaniye köyü olan Kuyucak Köyü ilkokulunu gidip gördüğümde gözyaşlarımı tutamadım. Nasıl güzel bir yapı.Issızlığın en tepesinde, çocuk seslerinden yoksun , mahsun ama dimdik duruyor. Yazı tahtası duvarda asılı.
Fen – Bilgisi dolabı yerde , içindekiler kayıp.
Türkiye fiziki ve siyasi haritaları , dünya haritaları tozlanmış , rulo halinde yan yana uykudalar.
Köyde oturan 4 hane kalmıştı o zaman. Şimdilerde köylünün elinde toprağı kaldı mı ki ?
Ferdi Tayfur’un o meşhur şarkısını zenginler çok iyi uyguluyorlar. Elin zengini geliyor, bastırıyor parayı , arazisi elinden gidiyor köylümün.
Ferdi Tayfur , yıllar önce söylemişti.
“Hadi gelin köyümüze geri dönelim.
Fadimenin düğününde halay çekelim.”
Halay çekecek köylü kalmamış ki , anca” İkili Güvende” oynanır gari.
Köyde düğünü yapılacak Fadimemiz de yok.
Kuyucak köyünde yaşlılar çoğunlukta. Gençler iş bulma umuduyla artık köyde değiller.
***
Havran Sarnıç köyü de arazileri satılanlardan biri.
Körfezimizin köylerinde araziler, zeytinlikler kapış kapış gidiyor dedi komşum.
Zamanında bizler almadık da iyi halt ettik diye yakındı geçen gün.
Havran barajının dibindeki Sarnıç köyü muhteşem bir manzara ile insanın keyifle oturacağı yerlerden biri. Burada da gençler köyü terk etmişler. Kalanlar orta yaş ve yaşlılar. Tipik bir köy meydanını kocaman çınar ağacı şenlendiriyor. Yazın altında oturmanın tadını küçücük kahvenin demli çayı ile çıkarıyorsun.
Köyleri dolaştıkça , kentlerin o beton kabusunu unutuyor insan.
Köyün yaşlıları ile sohbetin en koyusunu yaparken , tarihin derinliğinden Seyit Onbaşı çıkıp geliyor. Öyküler, anılar ve yaşananların dinlenmesinin tadına doyulmuyor.
***
Havran Küçükdere köyü söz konusu oluyor. Çıkarılan altın madeninin sıkıntılarınından söz edilirken, aklıma gelen bir kısa öyküyü yazayım. Yaşanan bu olay içimde buruk bir anı olarak durur. Küçükdere köyünden Ethem Dülger bey anlatmıştı.
Çanakkale Savaşı için Jandarma Karalar köyüne asker çağırmaya gelir. O sırada kocası dağda çıra kesen bir köylümüze haber salınır . Askere gideceksin diye. Delikanlı gelir, eşi ve evladıyla vedalaşır. Çanakkale geçilmez dedirten yiğit efe şehit olur. Uzun yıllar sonra, şehidimizin eşi artık çok ihtiyarlamıştır. Oğluna seslenir. Elinde , çıralar vardır. Sandığında yıllardır sakladığı çıraları okşar gibi oğluna verir. Bunlar babanın kestiği , yeleğinin cebindeki çıralar. Ben ölünce , suyumu ısıtırken , kazanın ateşini bu çıralarla tutuşturun , vasiyetimdir .