Ülke, tam olarak her yönden “kusursuz bir felaket” içinde.
Milyonlar, can derdinde.
İktidar ise, ne yapıp edip “iktidarda kalma” derdiyle, sanki hep bir hesap peşinde.
Felaketten kurtulan insanlarımızı barındırmaya yönelik bulduğu müthiş çözüm, üniversiteleri kapatmak, öğrencileri de yurtlardan apar topar çıkarmak oldu.
Çözüm olarak bula bula, bunu buldu!
Hiç olmaması gerekeni, belki en son olarak bile akıldan geçirilmeyecek olanı buldu!
Ne buluş ama!
Bu sıkışıklıkta, kendilerince birçok açıdan, çok yönlü gerekçeler ve hesaplarla, gençleri üniversitelerden ve kaldıkları yurtlardan uzaklaştırıp dağıtarak, bir süre üniversitelilerden kurtulmaya bakmakta!
Zaten eğitim denildiğinde, iktidar başka bir şey(h)ler anlamakta!
Bu yüzden üniversiteleri ve eğitimi, rahatlıkla gözden çıkarmakta.
Çünkü bilinen şekliyle eğitimden korkmakta ve kaçmakta.
Yaşanan büyük felaketin ağır sonuçları ile üniversiteleri kapatmayı rahatlıkla yan yana koymakta ve buna bağlı olarak üniversiteleri tereddütsüz, kolayca gözden çıkarabilmeyi kolayca göze almakta.
Oysa bir toplumda büyük felaketler yaşandığında, o günlerde yaralar öncelikle sarılırken, asıl en büyük iş, yarınların güvenceye alınması için çalışıp, geleceği planlamakta.
Bu yapılırken de en başa, öncelikle “eğitim” konulmakta.
Bu doğrultuda, Kurtuluş Savaşımızın en kritik aşamalarında, düşman orduları Polatlı’da, Ankara kapılarına dayanmış, zorlamakta.
Top sesleri ve barut kokuları arasında bile Mustafa Kemal, 16 Temmuz 1921, Ankara’da Maarif Kongresi’ni toplamakta.
Bağımsızlık savaşının o en bunalımlı günlerinde, düşman kuvvetlerinin kesin sonuca ulaşmak hayaliyle baskılarını arttırdıkları, ordumuzun Sakarya’ya kadar çekilmesine yol açan Kütahya-Eskişehir yöresindeki Yunan saldırısının çok tehlikeli şekilde geliştiği o günlerde Ankara’da “Maarif Kongresi”(Millî Eğitim Kongresi) toplayan Atatürk, cephedeki koşulların ağırlığına ve çevresindekilerin endişelerine karşın o kongrenin ertelenmesinden yana olmaz, hatta kongrenin açış konuşmasını da bizzat kendisi yapar.
İkinci Dünya Savaşı ile birlikte Almanya yerle bir olur.
Ülkede taş üstünde taş kalmadığı günler sonrasında Amerikalı general, Almanya’nın perişan durumu ile ilgili bir görüşmede, bir Alman generale:
“Artık Almanya olarak, bu kadar yıkımdan sonra, bir daha belinizi doğrultamazsınız.” deyince Alman general de:
“Evet, Almanya’da taş üstünde kalmadı, bu doğru. Fakat bir gerçek var, üniversitelerimiz ayakta.” der.
Bütün bunlardan sonra, bir de bugün, Cumhuriyetin ikinci, tarihin de 21.yüzyıl Türkiyesi’nde, hangi neden ve gerekçeyle olursa olsun, üniversiteler öyle kafaya estiği gibi kapatılamaz.
Öğrenciler de apar topar yurtlardan postalanamaz.
Ne üniversiteler sizin dükkanınız, ne de üniversite öğrencileri size tabi olan müşteri kitlenizdir.
Bugün depremden kurtulan canlarımızın barınma sorunları için hemen ilk anda aklınıza üniversiteleri kapatmak yerine, daha etkili, daha uygun ve makul çözümler üretmek gelebilmeliydi.
Öğrenci yurtları tek tek öğrencilerin kalmalarına yönelik odalar şeklindedir.
Ailelerin barınmalarına uygun değildir.
Bu yanlıştan derhal geri dönülmelidir.
Kamuya ait olan olmayan barınma, konaklama yerleri, sayısız oteller, moteller ne günedir?
Ayrıca, hem deprem bölgesindeki öğrencilere de öbür illerde sahip çıkarak, mevcut üniversitelerde ve yurtlarda sahip çıkmak dururken, üniversite öğrencilerini sahipsiz bırakıp, umutsuzluğa terk ederek, kaderleriyle baş başa bırakmak, asla kabul edilebilir değildir.
Depremden sağ kurtulan, yürekleri yaralı, acılı kardeşlerimiz için saraylar boş, saraylar yalnız ve kimsesizdir.
Oralara yerleştirilirlerse, oralara hayat verir, ruh verir.
Oralar, çocuk sesleriyle şenlenir.
Üniversiteler kapatılamaz, öğrenciler yurtlardan çıkarılamaz.