Hayvancılık; biyolojik kuralların pazarlığının söz konusu olmadığı, matematiksel esaslara dayalı, bitkisel kaynakları değerlendirerek insan beslenmesi için elzem olan gıda maddelerinin üretildiği ticari bir faaliyettir. Ekonomik bir faaliyet olmasının yanı sıra sosyolojik etkisi, kırsal kalkınmaya olan etkileri ve diğer çarpanları düşünüldüğünde tabiri yerindeyse hayvancılık bir ülkenin bekasını da etkiler.
Türkiye hayvan varlığı bakımından Avrupa’da ikinci, Dünyada ise altıncı sıradadır. Bu kadar hayvan varlığı olan bir ülkenin hala en büyük hayvan ithalatçısı ülkeler arasında olmasının sorgulanması gerekmektedir. Bu bağlamda hayvancılığımızın, yönetim, barındırma, besleme, sağlık ve özellikle ticari ve siyasal kaygılarla alınan kararlardan kaynaklanan ciddi sorunları olduğu düşünülmektedir.
Dünya gelecek planlarını tarımsal ve hayvansal üretim, pazarlama üzerinde yaparken, Türkiye’nin uygun ekolojik ve yüksek üretim potansiyeline rağmen güçlü olduğu alanda etkinlik gösterememesi ve çoğu üründe ithalatçı konuma gelmesi endişe vericidir.
Tarım Bakanlığı içinde hayvancılığın tarımın bir alt sektörü olması görüşünden vazgeçilmelidir. Daha doğrusu, bu kadar hayvana varlığı olan bir ülkenin Hayvancılık Bakanlığı kurup tüm hayvan popülasyonları için ülke genelinde özel projeler oluşturması gerekir. Veteriner hizmetlerinin, tarımsal hizmetlerden bağımsız olarak sürdürülebileceği teşkilat yapılanmasına dönülmelidir.
Hayvancılığın başta toplum sağlığı olmak üzere gıda sektörü ve dolaylı olarak bağlı bulunduğu ekonomik alanlarda yarattığı katma değer ve faydaları giderek anlaşılmaktadır. Dünya nüfusundaki artış, tarım alanlarını tehdit eden iklim değişikliği, ekolojik faktörler ülkelerin gıda üretiminde sürdürülebilirlik ve kendi kendine yeterliliğini sağlamalarının önemini açıkça ortaya koymaktadır.
Geçmişe bakıldığında, hayvancılığımız belirli aralıklarla sürekli darboğaza girmekte ve zayiatlar vererek tekrar ithalat yolu ile rotasını çizmektedir.
Hükümetlerin
a) “Genel Hayvancılık Politika ve Planlama” yapamaması ve olası olumsuz senaryolara karşı B planın olmaması / varsa da zamanında icra edememesi,
b) Yeni gelen hükümetlerin / yönetici kadronun yeniden sil baştan bambaşka bir politika uygulaması,
c) Hatta bunların politikalarını daha uygulamaya dökemeden ayrılmaları sonucu meydana gelen sapmalar sürdürülebilirlik ve karlılığın önündeki en büyük engeldir.
Tarım ve Hayvancılığın katma değeri ileri teknoloji ürünlere kıyasla düşük olabilir. Anlatmak istediklerimizden çıkarılacağı üzere bu sektör asla küçümsenmemeli ve/veya ihmal edilmemelidir. Sektördeki olası tahribatın zararı tahmin edilenden daha büyük krizlere neden olmaktadır. Çünkü gıda her insan için elzem iken ileri teknoloji ürünlere herkesin ihtiyacı yoktur.
Tarım ile uğraşan kırsal nüfus hızla erimektedir. Buna neden olarak bitkisel ve hayvansal tarım faaliyetlerinin karlılığının giderek azalması ve hatta son birkaç yıldır zarar eder hale gelmesi olduğu gibi, sosyal faktörler de ciddi olarak etkili olmaktadır. İletişim araçlarının hızla gelişmesiyle kırsal kesimin günlük yaşam ihtiyaçları ile birlikte sosyal ve kültürel ihtiyaçları da özellikle genç nüfusta önemli ölçüde değişerek artmıştır. Gençlerin gelecek kaygısı ve sigortalı bir işte çalışma düşünceleri göçü artıran önemli bir etkendir.
Diğer yandan köylerde okulların kapatılması, kişilerin çocuklarının eğitimi için şehirlere göç etmelerine yol açmaktadır. Bu göçleri önlemek için köyleri daha yaşanabilir duruma getirmek ve küçük üreticiye ürüne destek vermenin yerine sigorta priminin devlet tarafından yatırılması onlar için en büyük güvence olacaktır. Köylerin ve kırsal bölgelerin çağın gerektirdiği yaşam refahının ve sosyal yaşamın gerisinde kalması genç nüfusun hızla şehirlere ve batı bölgelerine göçmesine neden olmaktadır.
Küresel dalgalanmalardan korunma bilindiği üzere sektörde rekabet gücü ve verimliliği artıran yapısal reformların gerçekleştirilmesi ölçüsünde mümkündür. Türkiye’de hayvancılık sektörünün her on yılda bir ekonomik kısır döngünün içine girmesi, teknik sorunlarla birlikte özellikle yapısal sorunlara çözüm getirilememesi sebebiyle ortaya çıkmaktadır. Hayvancılık sektörünün çözüm bekleyen sorunları; yapısal sorunlar, verim düşüklüğü, yem sorunu, pazarlama alt yapısı ve üretici örgütlenme yetersizlikleri olarak özetlenebilir. Türkiye’de kasaplık hayvan ve kırmızı et pazarlama konusunda yaşanan problemlerin temelindeki işletme ölçeklerinin küçük, dağınık yapıda ve geleneksel üretim anlayışına sahip olması üretim artışını kısıtlamakta, üretim maliyetini artırmaktadır. Diğer taraftan örgütlenme konusunda üretici kesimin yetersizliği, pazarlama zincirinin uzamasına (aracı marjının yüksekliği) ve pazarlama maliyetlerinin yükselmesine neden olmaktadır.
AB’ye üye ülkelerin genelinde tarım sektöründe polikültür (bitkisel + hayvansal üretimi birlikte yapan) üretim yapan işletme sayılarında azalma, ihtisaslaşma ve işletme ölçeklerinde büyüme dikkat çekici ve önemli bir gelişmedir. Bu açıdan ülkemizde de üretimde ihtisaslaşmayı ve işletme ölçeğini büyütmeye yönelik politikaların geliştirilmesi önem kazanmaktadır.
Hayvansal ürün piyasalarında fiyat istikrarını sağlamada, arz-talep dengesinin oluşturulması, destekleme ve alımların etkinliğinin artırılması, sektörün istikrarlı gelişmesi bakımından zorunludur. Bu aşamada hayvancılıkta üretim, işleme ve pazarlama hizmetlerini birlikte ele alan planlamalar ve proje çalışmalarının önemi açıktır.
Türkiye’de hayvancılığın sorunlarının çözümünde; işletmelerin ekonomik birimler haline getirilmesi, piyasa istikrarının sağlanması, verimliliğin artırılması, hayvancılık hizmetlerini yürüten Tarım ve Orman Bakanlığı’nın idari yapısının sektörel bazda ele alınarak reorganizasyonunun yapılması önem taşımaktadır.
Et ve Süt Kurumu’nun ithalat yaparak piyasayı regüle etme görev anlayışından süratle vazgeçerek et ve süt piyasalarında gerçek bir müdahale kuruluşu olarak arz/talep dengesini ve piyasa istikrarını sağlamalıdır. Et ve süt alımlarında üretici maliyetlerini dikkate alan alım politikaları ile üreticiyi koruyan, güven veren bir anlayışla arz fazlasını stoklayarak piyasa fiyat istikrarını sağlamayı amaçlamalıdır. Hayvancılık sektörünün içinde bulunduğu kriz, darboğaz ve piyasaların düzenlenme ihtiyacı göz önüne alındığında, devletin üretici aktör olarak hayvancılık yatırımlarına gitmesi akılcı bir yaklaşım olacaktır.
Koruyucu veteriner hekimlik anlayışı esas alınmalıdır. Bu amaçla bugün için ülkemizde sayısı 10 bini bulan serbest veteriner hekim kliniği-polikliniğinden bir proje kapsamında koruyucu hekimlik hizmetlerinden yararlanılmalıdır. İşletme Veteriner Hekimliği en kısa zamanda hayata geçirilmelidir.
Ülke hayvancılığımız hakkında yapmış olduğumuz bu röportajda bize veteriner hekimlere söz hakkı verdiğiniz için teşekkür ederiz. Yukarıda birçok farklı açıdan ifade ettiğimiz tespit ve sorunların çözümü noktasında bir bakanlık olmasa dahi en azından bütüncül, etkin, mobil, bağımsız, merkez taşra uyumu sağlanmış bir Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü mutlak surette kurulmalıdır.