Birinci öykü:
“Hz. Ali’nin yeğeni Cafer’in , çöl sıcağının bunalttığı bir gün, bir kabilenin hurmalığına yolu düşer. Orada çalışan bir köleye yemek olarak üç parça ekmek verildiğine tanık olur. Köle, ekmeğin bir parçasını tam yiyecekken karşısına ağzından salyalar boşalan bir köpek dikilir. Hiç duraksamadan ekmeğin o parçasını köpeğin önüne atar. Ekmeği bir anda yalamadan yutan köpeğin doymadığını anlayan köle, öbür iki parçayı da ona yedirir. Öylesine açtır ki, köpek o iki parçayı da anında siler süpürür.
Cafer aç aç işine başına gitmeye hazırlanan kölenin yanına gidip sorar: “Ey köle, bugünkü yiyeceğin ne idi?”/ “Üç parça ekmek.” / “Peki, neden onları köpeğin önüne attın?” / “Onun benden de çok acıkmış olduğunu görünce dayanamayıp ekmeğimi ona verdim.” / “Güzel de, şimdi sen ne yiyeceksin?” / “Oruç tutacağım.”
Cafer, köleye, sahibinin adını, nerede oturduğunu sorar, kölenin yanından ayrılıp doğru adama gider, hurmalığını köleyle birlikte satın alır. Köleye, “Ey köle, bu hurmalığı sana bağışlıyorum. Seni kölelikten de azat ediyorum.” der.
Bir sohbette, Cafer’e yaşadığı köle olayı anımsatılarak, “Köle, köpeğe üç parça ekmek vermiş, sen ona koskoca bir hurmalık bağışlamışsın; üstelik onu özgürlüğüne de kavuşturmuşsun..” Cafer’in buna yanıtı şu olur: “O, elindekinin tümünü verdi, bense ancak küçük bir bölümünü bağışladım…”
İkinci öykü:
Sait Faik’in, “Sinağrit Baba”daki iç konuşmasından;
“Gidip o yakamoz yapan ipe bir diş vurdu mu idi, tamamdı. Ama hiçbirini kurtarmıyor, hareketsiz duruyordu. Sinağrit Baba onları kurtarmanın bu kadar kolay olduğunu biliyordu ama bildiği bir şey daha vardı.
O da ister su, ister kara, ister hava, ister boşluk, ister hayvan, ister nebat aleminde olsun bir kişinin aklı ile hiçbir şeyin halledilemeyeceğini bilmesidir.
Ancak bütün balıklar oltaya tutulan hem cinslerini kurtarmanın tek çaresinin koşup o yakamoz yapan ipi koparmak olduğunu akıl ettikleri zaman bu hareketin bir neticesi ve faydası olabilirdi. Yoksa gidip Sinağrit Baba oltayı kesmiş, biraz sonra Sinağrit Baba tutulduğu zaman kim kesecek? Kim akıl edecek yakamozu dişlemeyi?..”
Üçüncü öykü….
“Dershanede hocayı beklerken ışıklar kapanmış ve bir çizgi film gösterilmeye başlanmış.
Filmin adı ” Küçük Tavuk ”
Bir kümes var. Kümeste bir çok tavuk ile genç ve küçük horozlar, bir de kümesin yaşlı ve büyük horozu bulunuyor.
Kümesin etrafında da bir tilki dolaşıyor.
Yaşlı ve büyük horoz, tilki içeri girmesin diye kümesin kapısını sıkı sıkıya kapatmış, tavukları dışarı bırakmıyor.
Tabii dışarı çıkamadıkları için doğru dürüst yemlenemeyen tavuklar da zayıf oldukları için küçücük kalıyorlar.
Yaşlı ve büyük horoz ise dışarı bırakmadığı tavuklara ölmeyecek kadar mısır tanesi dağıtarak yaşamalarını sağlıyor.
Kümese giremeyen tilki bunun üzerine kümesin tellerinde küçük bir delik açıyor.
Küçük ve genç olan horozlardan birine sesleniyor ve ona biraz mısır veriyor.
Mısırı yiyen küçük ve genç horoz her gün gelip tilkiden mısır alıyor.
Bir süre sonra tilki küçük ve genç horoza tek başına yiyebileceğinden fazla mısır verince genç horoz hem kendisi yiyor hem de diğer tavuklara mısır dağıtıyor. Böylece yavaş yavaş yaşlı ve büyük horozun kümesteki gücü kırılıyor. Horozun etrafındaki tavuklar azalmaya başlıyorlar. Artık popüler olan genç ve artık irileşen horozun etrafında ise tavuklar toplanıyor. Bu aşamada tilki kümesin kapısının önüne mısır bırakıyor. Kümeste bir tartışma çıkıyor. Kapıyı açalım mı açmayalım mı diye. Sonunda korkarak kapıyı açıyorlar ve kafalarını dışarı uzatıp yemlenip hemen geri çekiyorlar. Bir süre böyle devam ediyor. Hiçbir şey olmuyor. Kümesteki tavuklar rahatlıyor. Korkuları azalıyor. Nihayet bir gece tilki kümesin önündeki avluya mısır döküyor. Artık korkusuz olan tavuklar genç ve artık güçlü horozun öncülüğünde dışarı çıkıyor ve rahat rahat yemleniyorlar. Kümesteki bütün tavuklar semiriyor. Tilki bir süre sonra gece kümesin kapısından kendi mağarasına kadar mısır tanelerini döküyor. Sabah kümesten çıkan ve korkusuzca yemlenen tavuklar yemlene yemlene mağaraya kadar gidiyorlar. Sonra mağaraya giriyorlar. Onları içeride bekleyen tilki bütün kümes mağaraya girince mağaranın kapısını kapatıyor.”
Çizgi film burada bitmiş. Işıklar yanmış. Ve dersin hocası kürsüye çıkarak, “İşte Üçüncü Dünya ülkeleri böyle yönetilir” diyerek derse başlamış.”
Unutma: Üretmeden tüketmek en büyük ahlaksızlıktır… (Köy Enstitülerinin her sınıfında yazan yazıymış.)
Sevgi ve saygılarımla…