Yargının tuhaf kararlarının sık yaşandığı ülkelerin başında kuşkusuz Türkiye geliyor.
Bir mahkemenin A dediğine, itiraz ile B diyen bölge mahkemesi, ona itiraz ile C diyen Yargıtayımız var misal… Yargıtay da tıpatıp benzer olaylarda bir gün A, diğer gün B diyebiliyor.
Aynı konuda örneğin çok basit bir ihtiyati haciz uygulamasında bile yan yana odaları bulunan Asliye Hukuk hakimliklerinden farklı kararlar çıkıyor.
Alıştık! Hukuk sosyal bilim ya, 2+2 her zaman hukukta 4 etmez deyip işin içinden çıkarak ve…
Yadırgaya yadırgaya alıştık!
(Şüphesiz alışmak ne mümkün ama uygulamadaki süreklilik ne yazık ki bezginliğin de etkisiyle böyle dedirtiyor artık!)
Yargı, gerek kendi içindeki çürük elmalar, gerek siyasetin etkisi altında kalan bir kısım mensupları ile kendine olan güven endeksini yıllar içinde hep düşürdü, bunun üzerine gelen son FETÖ dalgası ise bütün taşları yerinden oynattı, yüksek yargı mensuplarının bile fethullah sevdalısı haline geldikleri bir akıl tutulmasından geçtiklerini gördük.
Yargının toparlanması, kaybolan güvenin ne zaman geri döneceği meçhul.
Tüm bunlarla beraber bir de yargının aşırı etkilenme hastalığı var.
Bu da son birkaç yıl önce ortaya çıkan ama son aylarda da tavan yapan olumsuz bir etkileşim aslında.
Tabiri caizse “buluttan nem kapan” bir yargımız da var artık…
Bu da basının, sosyal medyanın, görsel iletişim araçlarının etkileşimiyle oldu.
Hukuk fakültelerinde karar verme mekanizmasında olan hakimler açısından öğretilen ilk kural olan, dış dünyadan etkilenmemek, hukuk normları çerçevesinde verilmesi gereken kararlar artık bizde dış etkenlerin yönlendirmesiyle alınır oldu.
Herhangi bir olay kamuoyuna yansıdı mı, normal şartlarda tutukluluk şartları olmasa da sosyal medyada öyle bir hücum ve linç kampanyası başlıyor ki, hadi etkilenmesin yargı.
Şak tutuklama kararı geliyor.
İlk ifadenin ardından mahkeme bıraksa da itirazla gelen tutuklamaların hepsi peşin cezaya dönüşüyor; tutukluluğun kitapta yazan şartları oluşmadan sosyal tutuklama gerçekleşiyor; tutukluluk hali beğenilerin yağdığı bir tutuk’lu’like haline dönüşüyor.
Bunun tam tersi de mümkün…
Tutuklanması gereken salıveriliyor.
Nasıl salıveriliyor anlayan aşk olsun!
Sosyal tutuk’lu’like sevdası yüzünden, siyasetin etkisi altında kalan yargının bir etkilendiği kaynak da sosyal mecralar oluyor.
İstanbul Barosu eski başkanı Turgut Kazan, yaşanan bu gelişmeler karşısında şöyle diyor:
“İnanılmaz bir tutuklama slogancılığı başladı. Tutuklama bir tedbir olarak değil, ceza olarak uygulanıyor. Mahkum olsa yatmayacak ama tutuklanıyor. Bu, olacak iş değil.”
Peki neden?..
Yargı neden karar verirken güçlü değil?
Neden böylesine hukuka aykırı kararlar çıkıyor?..
Neden böylesine etkiye açık ve savunmasız bir hal aldı yargı?..
Yargının etkilendiği bir ülkede, hak ve adaletin gerçek ve adil tecellisi mümkün olabilir mi?..
İletişim imkanlarının inanılmaz bir gelişme gösterdiği ve bir haberin anında onlarca milyon kişiye ulaştığı günümüzde herhangi bir konuda kitlelerin galeyana gelip tutuklama ister hale gelmesi ve hukuka aykırı olarak tutuklama kararlarının çıkması yargı yerine hükmü vatandaşın vermesi anlamına gelmiyor mu?
Peki yargı hatalı karar verebilir de yargı yerine geçmeye vatandaşın hakkı var mı?..
Tutuklanması gereken tutuklanmıyor.
Tutuklanmaması gereken tutuklanıyor.
Sonra facebook’da, twitter’da beğeni yapıyor, like’ları artırıyoruz.
Haliyle Türkiye’nin zaten aksayan yargısında yeni bir perdeyi de izler hale geçiyoruz.
Tutuklasak da mı yargılasak, tutuklamasak da mı yargılasak?
Tutuk’lu’like halidir bu. Hiç de iç açıcı olmayan!