Çocukluğumda çok söylediğimiz, kimin yazıp bestelediğini bilmediğimiz bir marş vardı. Bayramlarda elimizde küçük bir kağıt bayrak sallayarak, sokaklarda avazımız çıktığı kadar bağırarak, bu marşı söyleyerek, Balıkesir sokaklarında dolaşırdık. Mahalleye döndüğümüzde bağırmaktan sesi kısılmış arkadaşlar daha gururlu olurdu. Adeta onları kıskanırdık. Şayet bu yazıyı okursanız, bitirince bu marşı mırıldanın.. Bu zaferi bize kazandıranların ruhlarını şad etmiş olacaksınız.
Ankara’nın taşına bak
Gözlerimin yaşına bak
Yunan Türk’ü esir etmiş
Şu feleğin işine bak
Ankara’nın taştır yolu
Her tarafı asker dolu
Yetiş artık Kemal Paşa
Kan ağlıyor Anadolu
Bu topraklar kolay kazanılmadı. Kolayca satamazsınız, bölemezsiniz. Bu sözlerin kıymetini ve anlamının ne olduğunu unutanlara ”Ankara’nın taşına bak gözlerimin yaşına bak” marşı ile Milletimize duyurmak ve hatırlatmak istedik.
1683’de Viyana önündeki yenilgimiz sonun başlangıcı olmuştu. 1915 yılında Anafartalar ve 1916’da Kutt’ül Amare zaferlerine kadar, Türk Ordusu, birkaç başarıdan başka sürekli yenilmiş, sürekli toprak kaybetmiş, sürekli kaybettiği her vatan parçası üzerinde, kendi insanlarını bırakmışlardı.
1. Dünya Savaşı içinde kazandığımız, yukarıda belirttiğim iki zafere kadar, Türk Ordusu’nun en az 230 senedir, büyük bir başarısı olmamıştı.
1. Dünya Savaşı’nı kaybetmemiz, Türk Milleti için adeta bir ölüm olmuştu. Türk Milleti her şeylerini kaybetmişti. Ordusunu kaybetmişti. Silahlarını kaybetmişti. Bir milyona yakın genç insanını, üretim gücünü kaybetmişti. Üstelik vatanını kaybetmişti. İşgale uğramıştı.
Yukarıda bahsettiğimiz son iki zaferin dışındaki zaferlerde, ordumuz düşmanlarımıza göre çok güçlü, çok yetenekli idi. Hem silah bakımından üstündü, hem teknik ve tecrübe bakımından rakiplerinin kat kat önündeydi.
19-10 Ağustos 1915 de İngilizler, Çanakkale önüne getirdikleri, dünyanın en büyük kara ve deniz gücü ile Anafartalar’ı aşıp Seddülbahir’de toplanan Türk Ordusu’nu arkadan çevirerek, onun yiyecek ve cephane yollarını keserek, teslim almayı planladılarsa da, bütün güçleriyle yüklendikleri ve içlerinde beşi general, 22 bin asker kaybettikleri Anafartalar’da şaşırıp kaldılar. Kendilerine bu kadar kayıp verdiren, bütün gelecek planlarını alt üst eden kumandan kimdi ? diye sorguladıklarında, karşılarına Türk ordusundaki pek çok albaydan birisi olan, “Mustafa Kemal” çıktı.
Bu isim, “Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal” ismi, bütün her yerde bayrak bayrak dalgalanmaya başladı. İşgal yıllarının karanlıklarında bu isim, “Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal” ismi karanlıkları aydınlatan, halkın yüreklerini umutla dolduran isim oldu. Halkımız bu isme güvendi, inandı.
1.Dünya Savaşından yenik çıkınca, silahlarımıza el koydular. Ordumuzu dağıttılar. yüz binlerce gencimizi, şehit ettiler, esir ettiler, yaralayıp sakat bıraktılar. Üstelik bir de bu savaşta kendileriyle hiç savaşmadığımız Yunanistan ve İtalya gibi iki taşeron devlete ülkemizi işgal ettirdiler.
İşte, o zaman, o “bayrak isim”, ordu da kurdu, silah da buldu, para da buldu, halka kendine güven ve cesarette verdi. Vatanını da kurtararak düşmanları kovdu.
Diğer bütün zaferlerimiz, güçlü olduğumuz zamanların ürünüdür. Yenilmemizin mümkün olmadığı zamanlarda yapılan savaşlardı. Ama 1922’de kazandığımız zafer, diğer zaferlerimiz gibi değildi. Her şeyini kaybetmiş, üstelik vatanını bile kaybetmiş bir ordunun zaferiydi. 30 Ağustos 1922 de kazandığımız Anafartalar Zaferi işte bunun için farklıdır.
Çok mühim, çok mühim bir şey daha var. 240 yıldır, emperyalist emellere karşı verdiğimiz var olma savaşlarında sürekli geri çekildik, “Gene geleceğiz.” dedik, ama terk ettiğimiz ana vatan topraklarına bir daha hiç dönemedik.
10 Ocak 1921 ve 1 Nisan 1921 de İnönü önlerinde emperyalistlere ve taşeronları Yunanlılara Türklerin kolay yutulacak bir lokma olmadıklarını gösterdik.
22 gün 22 gece süren savaşlardan sonra 240 yıldır bizi sürekli topraklarımızdan çıkaranları durdurduk. Onlar da şaştı bu işe.
Fakat 30 Ağustos 1922’de 240 yıldır ilk defa terk ettiğimiz vatan topraklarının bir kısmını, Akdeniz kıyılarına kadar olan bir kısmını, geri alabildik. Anadolu’nun Türklere ait olduğunu ve 1.Dünya Savaşının bütün acılarını tatmış, kanlarını pek çok cephede oluk oluk akıtmış Türklerin nasıl insanlar olduğunu öğrettik.
Fakat bilmemiz gereken, hiç unutmamamız gereken çok mühim bir şey var. Atatürk, üzerimize oynanan emperyalist emelleri sadece GEÇİCİ BİR SÜRE için durdurabildi.
Bu emperyalist emeller farklı şekillerde, kılık ve taktik değiştirerek devam ediyor.
1950 – 1960 arasında Demokrat Parti – Halk Parti sürtüşmeleri,
1960 – 1980 arasında Sağ – Sol kavgalarında,
bir ara katliam boyutunda Alevî – Sünnî çatışmalarında,
şimdilerde de Kürt – Türk ayırımlarında, kimin parmağı var sanıyorsunuz?
Az önce dediğim gibi, Atatürk, üzerimize oynanan emperyalist emelleri sadece GEÇİCİ BİR SÜRE için durdurabildi.
Zafer Bayramımız kutlu olsun…!
Aydın Ayhan