Gazeteci-yazar Saygı Öztürk, Sözcü gazetesindeki “OHAL kararıyla yuvaya dönüş” başlıklı makalesinde yazarımız Alp Kaan’ın balikesir24saat’te yayımlanan “Nereden Bakarsanız Bakın” yazısına dikkat çekti. Öztürk, “Menzil – Bir Tarikatın İki Yüzü” adlı kitabında da Alp Kaan’ın vefat eden Menzil şeyhinin soy adını almak isteyen bir müridi anlattığı yazısına yer vermişti.
Saygı Öztürk’ün makalesi şöyle:
“15 Temmuz darbe girişiminden sonra yaklaşık 133 bin kamu görevlisi meslekten çıkarıldı.
Haklarında Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu kararı olmadığı için mahkemelere başvurulamadı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidilemedi. Olağanüstü Hal (OHAL) İşlemleri İnceleme Komisyonu kararlarına karşı Ankara İdare Mahkemelerinde dava açılabilmesinin yolu, karardan sonra mümkün oluyor.
22 Mayıs 2017’de komisyon göreve başladı. 7 kişiden oluşan komisyonun emrinde 80’i raportör olmak üzere 250 kişi görev yapıyor. Haksız yere kamu görevinden çıkarıldığını öne süren 125 bin 678, rütbesi elinden alınan 3 bin 213, yurt dışı öğrencilikle ilişiği kesilen 270, kapatılan kurum ve kuruluşlardaki 2 bin 761 kişi olmak üzere Kanun Hükmünde Kararname ile tesis edilen toplam işlem sayısı 131 bin 922 oldu.
100 KİŞİDEN 10’U DÖNÜYOR
Bugüne kadar komisyona 126 bin 300kamu görevlisi başvurdu. 102 bin 700 kişi hakkında karar verildi. Sonuç ilginç: 92 bin150 kişinin göreve dönme başvurusu reddedildi. 10 bin 550 kişinin ise başvurusu kabul edildi. Hakkında karar verilen kişi , bir ay içinde görevine dönmek için başvurabiliyor. Halen23 bin 600 kamu görevlisi hakkında işlem sürüyor.
Aslında bu başvuruların sonuçlanmasının yıllar alacağı konuşulmuştu, Ancak komisyon seri bir çalışma yürüttü. Elde kalan dosyalar da yakın bir gelecekte sonuçlandırılacak. Burada ilginç olan şu : Eğer komisyon incelememiş olsaydı 10 bin 550 kişi göreve dönemeyecek ve büyük bir haksızlığa uğramış olacaklardı. Yüz kişiden 10’u dönse de onlara, ailelerine bugüne kadar çektirilen acının izleri hiç geçmeyecek.
Yargının yüceltilmesi ancak kararlarla olur. Yargı kararlarına güven duyulabilmesini sağlayacak olan da hakimlerdir. Bugün yargımıza güvenin yeterli olmadığı, hatta verilen bazı kararlarla var olan güvenin de azaldığına tanık oluyoruz. Mahkemelerin özgür bir biçimde karar veremediği, verdiği zaman da görev yerlerinin değiştirilmesi ya da haklarında soruşturma açılmasıyla karşılaşıyorlar. Cumhuriyet eski Savcısı Avukat Alp Kaan, balıkesir24saat sitesinde hukuki konulara parmak basıyor. İsim vermeden ama hepimizin tahmin ettiği bir olayı, hukukçu kimliğiyle yaptığı şu yorumu okuyalım:
İsimleri silelim…
Davanın türünü, kaynağını da silelim…
Başrol oyuncusuz olsun film kareleri…
Bir dava var…
840 gün süren tutukluluk var…
Tutukluluk sırasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “hak ihlali” kararı var.
“Derhal özgürlüğüne kavuşturulmalı” kararı var…
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “ihlal” kararına göz kapayan, kulak tıkayan yerel mahkeme var…
Her ay yinelenen tahliye istemleri var…
Her ay reddedilen tahliye istemi var…
Her ay devamına karar verilen tutukluluk kararı var…
Sonra aynı yerel mahkeme tarafından verilen; tüm sanıklar için beraat kararı var…
Ne düşünürsünüz 840 gün tutukluluk için?
Dediğimiz gibi kamuoyunun gündeminde olsun olmasın…
Herhangi bir dava olarak değerlendirin.
Kişileri ve davanın ismini sansürleyip, sadece hukuk açısından bakın.
İddia makamının istemi ne?..
Mahkemenin verdiği karar ne?..
Mahkemenin kararı böyle ise, her ay reddedilen tahliye talepleri ne?..
Hele hele Anayasamızdan sonra uyulması gereken normlar silsilesi içinde ikinci sırada yer alan yani kanunlardan daha üst sırada bulunan Uluslararası Sözleşmeler, yani AİHM kararına kulak tıkamak, göz kapamak ne?…
Bu yargıda gördüğümüz kaçıncı yaman çelişki!..
Beraat kararının verilmesi başka bir şey, verilen beraat kararından sonra yargının bağımsız olmadığını gösteren uygulamalardan endişe etmek başka.
Nitekim daha beraat kararının verilmesinden saatler sonra ne yazdı Taha Akyol gibi sağduyusu ağır basan bir kalem:
“…Beraat kararı veren hâkimlerin başka illere atanmamasını yürekten dilerim”
Çünkü…
Yürütmenin hoşuna gitmeyen her karar sonrası, daha üst yargı yolları tüketilmeden, karar kesinleşmeden HSK müdahalesi geliyor yerel mahkemelere.
Ki yine aynısı oldu.
HSK; beraat kararı veren hâkimler için soruşturma izni verdi.
“Sanıkların bunca yıl tutukluluk halinin devamına karar verilmişken, nasıl olur da beraat verilir” gibi bir bakış açısı var ki, gerçekten uzun tutukluluk süresi ile beraat kararı arasındaki o çelişki çok vahim…
Ancak HSK tarafından verilen soruşturma izni, bu beraat kararından daha vahim…
Nereden bakarsanız bakın, bir kez daha yargının hali öyle de vahim, böyle de vahim…
Sözler yine havada uçuşuyor.
Suçlamalar ardı ardına…
Yargı içi çekişmeler yine su üstüne çıkıyor.
Bununla beraber yerel mahkemenin hükümle birlikte tahliyesine karar verdiği sanık, daha gün yüzü göremeden başka bir soruşturma nedeniyle tekrar gözaltı alınıp akabinde başka suçlamadan yeniden tutuklanıyor.
İşte burası başka bir vahim!..
O soruşturmanın açılması, ifadesinin alınması yeni mi akla geldi?
840 gündür zaten içeride olan sanık hakkında yeni veya başka bir suçlama varsa bu kadar süre beklenir mi? Beklenebilir mi?..
Hangisi daha vahim?..
Suç ve soruşturma icat etmek mi?..
Tahliye edince yeniden gözaltına almak, tutuklamak mı?..
Devlet bir kişiye kafayı takar mı?..
Dikkat edin bu yazıda davanın isminden, sanığın kimliğinden bahsetmedik.
Bantladık isimleri.
Siz de isimlerden bağımsız olarak sadece hukuk ilmi açısından bakın.
Hukuk içinde okumaya çalışın olup biteni.
Bir hukuk devletinde bu kadar ilginç kararlar, uygulamalar olabilir mi?..
Neresinden bakarsanız bakın…
Nereden bakarsanız bakın…
Her şey yanlış…
Her şey hukuka ve vicdana, akla ve mantığa aykırı…
Türkiye; dış dünyanın merceği altındayken ve güvenilirliğimiz giderek azalırken…
Reva mı bu kadar yanlış? (balikesir24saat.com)