Son günlerde İstanbul, Ankara, Bursa’da bazı özel öğretim kurumlarında, öğretmenlerin maaşlarını alamadıkları, bu yüzden eğitim öğretimin sürdüremez hale geldiği basına yansıdı. Sadece bir özel öğretim zincirinin 214 okulunda yaşanmış bu olay. Yüzlerce öğretmen, binlerce öğrenci mağdur!
Kuşkusuz bunun ülkenin içinden geçtiği ekonomik dar boğazla bir ilgisi var. Ancak Türkiye’de özel okullarda öğretmenlerin özlük hakları, eğitim öğretimde süreklilik güvence altında değil. Şu gerçek ile yüz yüze gelmiş olduk: MEB’de, kurumsal alt yapı da böyle durumlara son derece hazırlıksız.
5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 9. maddesinin 2. Fıkrası, özel okullarda görev yapan öğretmenlere, ödenmesi gereken maaşın, sosyal yardımların kıdeme göre, dengi resmi okullarda yapılan ödemeler gibi olması hükmünü getiriyordu. Bu mevzuat öğretmenlere bir ölçüde sosyal güvence de sağlıyordu. Ne ki bu hüküm 2014 de yasadan çıkarıldı, böylece özel öğretimde öğretmenler korumasız bırakıldı. Genç özel okul öğretmenlerinin büyük bir çoğunluğu asgari ücrete mahkûm hale geldiler. Seslerini de kimseye duyuramıyorlar, basının hali malum.
MEB verilerine göre 2018-2019 eğitim-öğretim döneminde 12 809 özel öğretim kurumunda 169.740 öğretmen elinde neredeyse bir buçuk milyona yakın öğrenci eğitim görüyor. Yaygın eğitimi de işin içi katarsanız bu alanda görev alan öğretmen sayısı bugün 230 binin üzerinde.
On yıl önce özel öğretimin örgün eğitim içindeki payı %10’lar düzeyindeydi. Bugün bu gösterge neredeyse iki katına çıkmış durumda(% 19. 2). Bu kurumlarda görevli öğretmen sayısı ise Türkiye’deki bütün öğretmenlerin %15.8 düzeyine ulaşmış. Tablo ile göstermek gerekirse özel öğretimde durum 12 yıl içinde şöyle gelişti:
OKUL | ÖĞRETMEN | ÖĞRENCİ | |
2018-2019 Örgün Eğitim ( Toplam) | 66. 849 | 1.077.307 | 18.108 860 |
2018-2019 Özel öğretim (örgün+yaygın Toplam) | 27. 061 | 232.715 | 3.979.906 |
Özel eğitimin örgün eğitim içindeki payı Toplam okul içinde %19.2, Öğretmen sayısı içinde %15.8, toplam öğrenci sayısında ise %8.7’dir | |||
2014-2015 Özel öğretim | 8.291 | 93.042 | 823.515 |
2006-2007 Özel öğretim | 3.120 | 38.031 | 314.862 |
Bu göstergelerde ilginç olan son bir yıl içinde (2017-2018 ile 2018-2019 öğretim dönemleri arasında) örgün öğretimde açılan 1.284 okuldan 1.115’i özel okul olmuş. Eğitim yatırımlarının büyük oranda yükünü özel öğretim yüklenmiş görünüyor. Demek ki MEB parası olanın, çocuğunu özel okula göndermesinde ısrarcı! Özel dershaneler, bakanlığın politikası ve ısrarına boyun eğip hızla özel okula dönüşüyorlar, görünen o.
Bu gelişme eğitimde karmaşık yeni sorunları da beraberinde getiriyor. Doğru dürüst bahçesi, öğrenciye kişilik hizmeti verecek mekânı, yeterli deneyimi olmayan bir sürü özel eğitim kurumu ortaya çıktı, çıkıyor.
MEB okullarına atanmaktan umudunu kesmiş yüz binlerce branş öğretmeni bu okullar için ucuz iş gücü pazarını oluşturuyor. İçlerinden yeni mezunlara mesleği öğretmek bahanesiyle karşılıksız çalışma teklif edenler bile çıkıyor. Şanslı olanlar birkaç yıl hizmet verdikten, kurum için vazgeçilemez olduklarını kanıtlayabilirlerse ancak sosyal güvenceye kavuşup kurumda kalıcı hale geliyorlar. Kurum daha ekonomik bir alternatif bulduğunda ise öğretmeni hemen kapının önüne koyuveriyor. Ucuz iş gücü pazarının genişliği özel öğretim alanında öylesine katı ve acımasız bir rekabet ortaya çıkarıyor ki. Bu rekabetin eğitimin kalitesine katkısı sınırlı kalıyor. Çünkü kalite sürdürülebilirlik ile birlikte ete kemiğe bürünüp geleceğe katkı sağlar.
Eğitim, tatlı karlar devşirilecek bir alan değildir. Eğitimin vurgun fırsatı olarak görüldüğü yerde, rekabetin eğitimde kalitenin yükselmesine katkısı olmaz. Öte yandan bireysel yatırıma tümüyle karşı bir eğitimci kafası da olamaz. Çünkü eğitim sadece devletin eline bırakılmayacak kadar önemli bir alandır.
Demokratik işleyişin, insan ve çocuk haklarına saygının, hukukun, vicdanın işlemediği, uzlaşma kültürünün yerleşmediği yerde eğitim sistemi, iktidarın sürdürülebilirliğini garanti altına alma aracı olur çıkar. İktidarın ideolojik müdahalesine açık bir alan haline gelir. Türkiye’de yaşanan da bu.
Sivil toplumun eğitime katkısı son derece önemlidir. Fakat burada kastedilen sivil toplum siyasal parti gibi yapılanmış, ideolojik bir tutum ile kendini tanımlamış vakıf, dernek, tarikatlar değil. Modernleşmede bunun ilk örneği, 16. Yüzyılda Cezvit Tarikatı Okulları oluşturur. Türkiye’de FETÖ okul zincirlerinin örnek aldığı model budur. Bugün de bu modeli kullanan pek çok vakıf, dernek, tarikat var Türkiye’de.
Sivil toplumdan gelen girişimler; farklı eğitim anlayışlarından, deneysel çalışmalardan, mesleki organizasyonlardan, eğitim gönüllülerinden, vicdan sahiplerinden gelirse; işte o zaman o ülkede eğitimde kalite artar.
Avrupa’da Modernleşme sürecinde yaşanan deneyim, bize bunu gösterdi.
İngiltere’de Pazar Okulları, Lancesterci gözlem okulları, Robert Owen’in Çocuk Okulları böyle ortaya çıktılar. Pestalozzi, Yverdon’da yaptığı çalışmalar ile öğretmen yetiştirme ve çocuk merkezli eğitimde Avrupa Amerika eğitim sistemlerini derinden etkiledi. Ünlü Rus Yazarı Tolstoy, 1850’li yıllarda açtığı okulda, öğrencileri eğitim sürecine katan uygulamalara imza attı.
Bizim tarihimizde de bu tür kurum var. Darüşşafaka (1873) böyle bir kurumdur. Bir dönem Galatasaray Lisesi Müdürlüğü de yapan Tevfik Fikret bu amaçla “Yeni Mektep” adlı bir hareketin öncülüğünü yaptı, bu amaçla “Yeni Mektep Osmanlı Anonim Şirketi” adıyla bir şirket bile kurdu. Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra 1928’de kurulan Türk Maarif Cemiyeti var (bugünkü TED), keşke bu tür özel öğretim kurumları ülkemizde daha çok olabilse.
Fakat “parası olan okusun” kafası ile eğitimdeki sorumluluğu Özel Öğretime devredemezsiniz. Vatandaştan topladığınız vergileri, çocuğunu özel öğretim kuruma veren veliye maddi destek vermek için kullanamazsınız. Girişimciye sen okulunu aç, sınıfı dolduramazsan ben sana koltuk çıkarım, diyemezsiniz. Vatandaş size o vergileri kamudaki okullarda eğitimin kalitesini arttır diye veriyor. Paranız varsa, önce okul aile birliğine ödettiğiniz, okuldaki hizmetlinin maaşını ödeyin.
Okul müdürünün bağış adı altında veliden para toplaması, sözde yasak! Oysa çocuğunu kayıt yaptırırken, daha iyi sınıfa yerleştirmek için kendisinden para istendiğini söyleyen pek çok veli var. Her şeyi parayla alınır satılır haline getirdiğiniz yerde, eğitimden, etikten söz edemezsiniz.
Derdiniz eğitim ise, bırakın okullar kendi bütçelerini oluştursunlar. Bu bütçeye destek olan, olmayan veliler okulun harcamalarını, gelir-giderini denetlesinler. Okul aile birliklerine okul bütçesini onaylama, denetleme hakkı verin. Sadece bunu yapsanız, pek çok vatandaş bölgesindeki okula daha fazla destek olur.
Vakıf üniversitelerine tahsis edilen araziler, ortaklıklar bozulunca “devleti dolandırdınız” suçlaması ile geri alınıyor. Demek ki bu adımı atarken düşüncenizin merkezinde eğitimden başka şeyler varmış. Okul öncesinin zorunlu eğitim kapsamına alınmasında ayak sürtmenin de, Yatılı İlköğretim Bölge Okullarını gözden çıkarmanın da asıl nedeni eğitim değil.
Öğretmenler sahipsiz, öğrenciler sahipsiz, bazı inanç odakları eğitimde devletin paydaşı olmuş. Sözün özü şu: Türkiye eğitiminde özel öğretim adı altında bir bezirgân saltanatı sürüp gidiyor.
Bunun temelinde de galiba iktidarı sürdürülebilir kılma amacı yatıyor?