BİR GARİP SALGIN ÖYKÜSÜ… (4)
13 Mayıs 2020 günü Sağlık Bakanı Fahrettin Koca tarafından açıklanmış verileri dün değindiğimiz bilgiler ışığında incelediğimizde, 143 bin 114 hastada COVID-19 saptanmışsa, testin duyarlılığından kaynaklanan nedenlerle üçte bir oranında 47 bin 704 kişinin daha COVID-19 hastası olup sayısal verilere girmediğini söyleyebiliriz. Belirti vermeyen asemptomatik ve hafif belirtilerle geçiren hastaların da bunun 1,5 katı olduğunu varsayarsak oradan da 214 bin 671 hasta gelir. Bu durumda Türkiye’de bugüne dek yaklaşık 405 bin 489 kişinin COVID-19’a yakalanmış olduğunu söyleyebiliriz.
Ölümler için ise, COVID-19 nedeniyle öldüğü açıklanan 3 bin 952 kişiye ek olarak yaklaşık 1.317 kişinin daha, COVID-19 nedeni ile ölmüş olduğunu söyleyebiliriz. Toplamda COVID-19’a bağlı ölümlerin yaklaşık olarak 5 bin 269 kişi kadar olduğu söylenebilir.
Nüfusumuzun 83 milyon olduğunu Sağlık Bakanı açıkladığına göre, nüfusun yaklaşık % 0,49’u COVID-19 ile tanışmış durumdadır. Bu da etkin bir tedavi yöntemi veya aşı bulunamadığı durumda toplumsal bağışıklık açısından yolun çok başında olduğumuzu göstermektedir.
İçinde bulunduğumuz ortamın görünürlüğüne dönecek olursak; biz aslında, kullanılan testin niteliği gereği sonucu pozitif olmayan ancak yakınma ve diğer bulguları nedeniyle COVID-19 hastası olduğuna kuşku duymadığımız hastaları biliyoruz. Bunları tedavi de ediyoruz. Dünya Sağlık Örgütü de bu hastaların sayısıyla doğrudan ilgilenmiyor. Ancak bu hastaların kayıt altında tutulabilmesi için ICD-10 uluslararası tanı kodlarında bu hastaları ayrıca kayıt altına alacak bir kod açmış durumda. Kanımca biz bu kodları yanlış kullanıyoruz.
Bu yanlış kullanım, gerçek durumu değerlendirmemize engel oluyorsa diye kaygı duyuyorum.
Çünkü, yukarıda yaptığımız hesaplamayı, istatistiklere girmeyen ancak COVID-19 tanısıyla tedavi ve izlem altında tuttuğumuz hasta sayısını da bilerek yapabilsek, hem test duyarlılığımız konusunda daha belirgin bir değerlendirme yapabilir hem de gerçek hasta sayısına ulaşmada daha doğru sonuçlar elde edebiliriz.
Aynı zamanda ICD-10 kodlarını yanlış yorumladığımız ve uluslararası kurallara uygun olarak kullanmadığımız için hasta sayıları ve ölümler üzerinde kuşkulardan kaynaklı tartışmalar yaşıyoruz.
ICD-10 TANI KODLARI NE DEMEK İSTİYOR?
Dünya Sağlık Örgütü, uluslararası uygulamada birliktelik sağlamak ve bu sayede sağlıklı sayısal veriler elde etmek için, tüm hastalıklar ve kişilerin sağlığını etkileyen tüm hastalık dışı durumları tanımlayan “tanı kodları” yayınlamıştır. “Hastalıkların Uluslararası Sınıflandırması” sözcüklerinin İngilizce baş harflerinden oluşan “ICD” kısaltması ile anılan bu tanı kodlarını her yıl Ekim ayında gözden geçirmekte ve gerek duydukça güncellemektedir. 2016 yılında yapılan güncellemeden sonra en son 2019 yılı Ekim ayında genel güncelleme yapılmıştır. Bir sonraki gözden geçirme, 2020 yılı Ekim ayında yapılacaktır.
Corona virüs ile oluşan bulaşıcı hastalıklar 2019 yılında güncellenen bu kod düzeni içinde B34.2 ve B97.2 kodları altında zaten yer almaktaydı.
Dünya’da COVID-19 hastalığı ortaya ilk çıktığında bu hastalığın yeni bir Corona virüs tarafından oluşturulduğu anlaşılınca adına “Novel (yeni çıkan) Corona Virüs” dendi. Kısaca “2019-nCoV” olarak adlandırılmasına karar verildi. Çünkü bu virüs daha önce bilinen Corona virüslerden farklıydı ve ölümcül seyreden ağır solunum yetmezliğine yol açıyordu.
Dünya Sağlık Örgütü, 30 Ocak 2020 günü yayınladığı bildiri ile 2019-nCoV adlı virüsün Dünya çapında halk sağlığı sorunu yaratacak bir durum oluşturduğunu duyurdu ve “U07.1, 2019-nCoV Akut Solunum Hastalığı” olarak ICD-10 kodlamalarına aldı. 11 Şubat 2020’de DSÖ bu hastalığın adını tamamı büyük harflerle yazılacak şekilde COVID-19 tanımladı. COVID-19 yeni adıyla ICD-10 listesine 18 Şubat 2020 günü “U07.1 COVID-19, virüs tanımlanmış” ve “U07.2 COVID-19, virüs tanımlanmamış” olarak iki farklı tanı unsuruyla eklendi.
“U07.1, COVID-19, virüs tanımlanmış” kodu, hastanın yakınma ve bulguları ne olursa olsun, PCR testi pozitif olan olgular için açılmıştı. Yani, “hasta belirti verse de vermese de PCR testi pozitif ise kesin hasta olarak bildirilsin” demiş oldu.
“U07.2, COVID-19, virüs tanımlanmamış” kodu ise, hastaların yakınmalarıyla radyolojik görüntüleme bulguları COVID-19 hastalığı ile uyumlu olup benzer başka bir hastalık olduğu kanıtlanamayan, ancak PCR testi pozitif çıkmayan hastalar için açılmıştı. DSÖ, açık bir dille “bana bu hastaları bildirmeyin” demiyordu. Ama istatistik verileri, “tanımlanmış” hastalar üzerinden istediğini söylüyordu.
Çin, İran, Almanya, Şubat ayı sonundan itibaren İtalya gibi birçok ülke, DSÖ’ne, PCR testi pozitif olmayan hastaları bildirmeme yolunu seçmişti. Başlangıçta, her hastaya PCR testi yapamayan Fransa, DSÖ’ne gönderdiği sayıları neredeyse her gün güncelleyerek, gerçek durumu görmeye çalışıyordu. Çünkü Fransa’da ICD kodlarının kullanımında kargaşa yaşanmış, “U07.1” kodu test yapılmayanlara da girilmiş, bu verileri Fransız Sağlık Bakanlığı ayıklamakta oldukça zorlanmıştı.
4 Mart 2020’de Sağlık Bakanlığı, Türkiye’de sağlık kurumlarında kullanılan yazılım üreticilerine internet sitesi üzerinden açık bildirimde bulunarak “U07.3 tanı kodu karşılığındaki hastalık ismi COVID-19 olarak güncellenmiştir. Yazılımlarınızda ivedi olarak güncellemenin yapılması gerekmektedir” dedi.
Tanılarla ilgili yaşadığımız tartışmaların temelinde, kullanmakta olduğumuz U07.3 tanı kodunun DSÖ tarafından önerilenin dışında kullanılması yatmaktadır. Fransa’da yaşanan karmaşaya da neden olmayacak şekilde, içinde bulunduğumuz gerçekliği algılamamıza yardımcı olacak düzenleme geciktirilmeden yapılmalı ve VİRÜS TANIMLANMIŞ hastalar ile VİRÜS TANIMLANMAMIŞ hastalar birlikte kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
Gerçekleri bilmezsek doğru ile yanlışı ayıramayız…
YARIN: BAŞARI MI? BAŞARISIZLIK MI?
13 Mayıs 2020 Verileriyle Türkiye
13 Mayıs 2020 Verileriyle 14 Günlük İnsidans Karşılaştırması