“Kuşku edilmemek gerekir ki, Ermeni kırımı üzerine söylenen sözler gerçeğe uygun değildir.”
Atatürk, Nutuk
Son günlerde, “Van Gölü’ndeki Akdamar Adası ve üzerinde bulunan tarihi kilise ışıklandırıldı” şeklinde haberler karşıma sık çıktı. 23 Eylül 2023 tarihinde de Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın özel izniyle yılda bir kez ibadete açılan Van Gölü’ndeki Akdamar Adası’ndaki kilisede 11. ayin yapıldı.
Peki, söz konusu olan bu ada ve kilisenin geçmişi hakkında biz ne kadar bilgi sahibiyiz? Kilise, tekrar faaliyet hangi amaç doğrultusunda ne zaman açıldı? Neden, burada ayinler düzenleniyor? Buna benzer sorular, zamanında akademisyenler, yazarlar ve tarihçiler tarafından tarih biliminin ışığında yanıtlandı. Bütün bu gelişmeleri önemli ve hassas kılan konu ise; olup bitenlerin arka planında yer alan sözde Ermeni soykırımı tasarısı.
Oysaki İngiliz emperyalizminin ortaya attığı sözde “Ermeni kırımı” iddiası, İngilizlere yaranmak için Padişah Vahdettin bu iddiaları kabul etmesine rağmen 1921’de çöktü. Atatürk, 1915 olaylarının üstünden daha iki yıl geçmişken, 1917 yılında Alsas Valisi’ne, “Ermenilerin dünyayı kandırmaya çalıştıklarını” söyleyerek “Ermeni Kırımı” iddialarının “yalan” olduğunu belirtmişti.
Ülkemizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, her fırsatta, I. Dünya Savaşı’ndan Kurtuluş Savaşı’na asıl katledilenin, zulüm görenin Türkler olduğunu ayrıntılı biçimde anlattı. 2002 yılından beri iktidarda olan AKP hükümeti, tam tersi bir politika izledi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefine adeta ihanet ederek, tıpkı Vahdettin gibi emperyalist güçlere yaranmayı tercih etti. Nasıl mı? Ermeni açılımı diye 3 milyon lira harcanarak tamir edilen, 2010 yılında övünç ve besmeleyle söz konusu olan kiliseyi açarak.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Van’ın Zeve Köyü’nün bütün halkı, kadın, çocuk ve yaşlı demeden, Ermeniler tarafından öldürüldü. Kentte, kadınlara toplu tecavüzde bulunan Ermeniler, halkın mallarına ve ziynet eşyalarına el koymuştu. Can derdine düşen silahsız köylüler, Van Gölü’ne doğru kaçmaya başlamıştı. İşte o anda Van ile Akdamar adası arasında taşımacılık yapan vapurlar imdatlarına yetişmişti. Çaresiz halk, Ermeni zenginlere ait bu vapurlara doluşmuştu. Vapur, gölün tam ortasına gelindiğinde Ermeniler, Türk erkeklerini katledip suya atmıştı. Kadınlar ise Akdamar’a götürülmüş, ömürlerinin sonuna kadar Ermenilerin tecavüzüne uğramıştı. Bu durumdan dolayı intihar eden yüzlerce Türk kadını Van Gölü’nün sularında yatıyor hâlâ… Belki fiziki bir delil bulmak mümkün değil. Ama ruhları, hatıraları oradadır. Onların üzerinden geçerek ulaşılıyor adaya…
Yaşadıklarını “Akşam oldu mu bizim içimize Ermeniler gelirdi. 150 tane kadar kadın içinden 10-11 tanesini seçip götürürlerdi. Sabaha kadar bu kadınlara tecavüz ederlerdi. Bu kadınlar öyle olurdu ki kan revan içinde kalır, bırakıldıklarında bacaklarını gere gere yatar, oturamayacak durumda kalırlardı” diye anlatan Seher, defalarca tecavüze uğrayan 7 yaşındaki Fatma ve 9 yaşındaki Güfaz, zorla götürülürken kendilerini köprüden Mermit Çayı’na atan Zahide ve Fatma, Derviş Efendi’nin, gözleri önünde tecavüze uğrayan kızları Hayriye ve Şadiye, Ermenilerin işkenceleri sonucu aklını kaybeden Nezo Hatun, Ermeni zulmünden kurtulmak için kendilerini ateşe verip pervane gibi döne döne; “Gelin kızlar, bizim düğünümüz var. Bugün bizim düğün günümüzdür…” diye ölüme giden Zeve’li genç kızları, ağzına balta sapı büyüklüğünde bir kazık çakılan, dili koparılıp bu kazığın üstüne çivilenen 70 yaşındaki Gevaş müftüsü… Ve hepsinin kemiklerini sızlatarak açılan kilise…
Atatürk, Nutuk’ta, İtilaf Devletleri “aslı olmayan Ermeni kırımına (kıtaline) son verilmemiş olduğu bahanesiyle İstanbul’u da mı işgal eylemek niyetinde idiler?” diye sorup şöyle devam ediyor:
“Sonraki olaylar bu görüşün doğru olduğunu göstermiştir sanırım. Fakat İstanbul Hükümeti’nin, İngiliz Temsilciliğinin önergesinden böyle bir anlam çıkarmaya yanaşmadığı; tersine umuda kapıldığı görülüyordu.”
Atatürk sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Kuşku edilmemek gerekir ki, Ermeni kırımı üzerine söylenen sözler gerçeğe uygun değildi. Tam tersine, güney bölgelerinde yabancı kuvvetlerce silahlandırılan Ermeniler, koruyucularından yüz bularak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. Öç alma düşüncesiyle her yerde acımaksızın öldürme ve yok etme yolunu tutmakta idiler. Maraş’taki o acılı olay, bu yüzden meydana gelmişti. Yabancı kuvvetlerle birleşen Ermeniler, top ve ağır makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman şehrini yerle bir etmişlerdi. Binlerce güçsüz ve günahsız ana ve çocukları ezip yok etmişlerdi. Tarihte bir benzeri görülmemiş bu vahşeti yapanlar Ermenilerdi. Müslümanlar ancak namuslarını ve hayatlarını korumak kaygısıyla karşı koymuşlar ve savunmada bulunmuşlardı. 20 gün süren Maraş kırımında Müslümanlarla birlikte kentte kalan Amerikalıların, bu olay üzerine İstanbul’daki temsilcilerine çektikleri tel, bu acıklı olayı yaratanları yalanlanamaz bir biçimde belirtmekte idi.
Adana ili içindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silahlandırılan Ermenilerin süngü baskısı altında her dakika ölüm tehlikesi ile karşı karşıya idiler. Canını ve bağımsızlığını korumaktan başka bir şey istemeyen Müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etme siyaseti, uygar insanlığın dikkatini, acıma duygularını çekecek nitelikte iken, olayların tam tersini ileri sürmek ve bundan vazgeçilmesini istemek gibi bir öneriye nasıl güvenilebilirdi? (…) Gerçek şu ki, milletimiz sebepsiz olarak hiçbir yerde hiçbir yabancıya saldırmış değildi.” (Gazi Mustafa Kemal, Nutuk/Söylev, C. 1, s. 509,511)