Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en önemli eylemlerinden biri Dersim’i Tunceli yapması ve Tunceli’ye vali gönderebilmesi ve gönderdirdiği valiyi ve devlet görevlilerini de çalıştırabilmesidir. Dünyaya hükmettiğini sandığımız koca Osmanlı bu eşkıya ağalarının önünde diz çökmüş ve oralarının ağası, Tanrısı sizsiniz demiştir. Ama yeni kurulan bir devlet 1000 yıllık saltanatı ve insanın köle koşullarında ki sömürülmesini acı da olsa kırabilmiş ve feodalizmin baskısı içinde kıvranan Dersim bölgesinden Tunceli kentini ortaya çıkarmış ve modern dünyaya örnek olacak bir güzellikte sunmuştur. Olabilir, yeni kuşaklar atalarının haksızlığa gittiğini düşünebilir. Uygulamanın sert olduğunu düşünebilir. Doğrudur, akan kan hemen soğumaz. Ama bu topraklar da hangi akan kan hemen soğudu ki.. Eğer, cumhuriyet diz çökecek olursa bütün dereler kan akar… Her şeyin bir zamanı ve sırası vardır… Bunu böyle görmek zorundayız…
Unutma! Ermeni tehciri ile elde ettiğin zenginlik aslında bu topraklardan bir şekilde çıkartılan Ermeni yurttaşlarımızındır. Bunu ben değil sayın İsmail Beşikçioğlu söylüyor. Tunceli’nin 1900’lü yılların başına gittiğimizde görülen odur ki Ermeni yurttaşın sayısı sizden fazladır. O nedenle dikkat et, ortalık karışmasın…
Yine Marx’tan okuyalım sanayi devrimi Avrupa’sının aymazlıklarını: “Edward VI- 1547’de, hükümdarlığının ilk yılında çıkartılan yasaya göre, çalışmak istemeyen herhangi bir kimse, kendisini tembel ve aylak bir kimse olarak ihbar edene kölelik etmeye mahkum edilecekti. Efendisi bu köleyi, ekmek, su, bulamaç ve uygun göreceği et artıkları ile besleyecekti. İş ne kadar pis ve iğrenç olursa olsun kamçı ve zincir zoruyla onu çalıştırma hakkına sahipti. Eğer köle 15 gün süreyle ortalıktan kaybolursa, yaşam boyu köleliğe mahkûm edilecek ve alnına ya da sırtına S (Slave- Köle sözcüğünün ilk harfi) damgası vurulacaktı. Üç kez kaçarsa bu suçtan idam edilecekti. Efendi onu herhangi bir kişisel mal ya da hayvan gibi satabilir, bağışlayabilir yada kiralayabilirdi. Eğer köle, efendisine karşı bir harekete kalkışırsa gene idam edilirdi. Sulh yargıçları ihbar üzerine bu haydutları izletmek ve yakalatmak zorundaydı. Eğer bir serseri üç gün süreyle aylaklık edecek olursa doğduğu yere götürülür, göğsüne kızgın demirle V (Vagabond- serseri sözcüğünün ilk harfi) damgalanır, zincire vurularak sokaklarda ya da başka işlerde çalıştırılırdı. Eğer bu serseri doğum yerini yanlış verirse, yaşamı boyunca o yerin orada oturanların ya da oradaki kurumların kölesi haline getirilir ve S harfi ile damgalanırdı. Herkes serserilerin çocuklarını çırak olarak kullanma hakkına sahipti. Bu durum erkek çocuklar için 24, kız çocukları için 20 yaşına kadar devam ederdi. Bunlar eğer kaçacak olurlarsa, bu yaşları doldurana kadar efendilerinin köleleri haline getirilirler ve efendileri bunları diledikleri gibi zincire vurabilir, kamçılayabilir vb. Efendiler, kölelerini kolayca tanıyabilmek ve iyice seçip emin olabilmek için, bunların boyunlarına, kollarına ya da bacaklarına demir bilezikler takabilirlerdi.” (a.g.e, sh. 699)
Cumhuriyetin ilk yıllarına gidecek olursak gördüğümüz dönemin emperyal gücü İngiltere’nin kışkırtmasıyla çıkarılan Kürt isyanlarıdır. Bu isyanların sayısı Atatürk döneminde 1000 den fazladır. Genç cumhuriyet devleti yokluklar içindeyken bu isyanlara karşı devletin şefkatli elini göstermiştir. İngiliz The Times gazetesine göre Türkiye’nin sadece Şeyh Sait İsyanı’ndaki kaybı 20 milyon pounddur. Buna rağmen, genç Cumhuriyet, bölgenin asayişini sağlamak ve bayındırlık hizmetleri götürmek için, uzun yıllar boyunca bölgeye “özel ve olağanüstü” ödenekler aktarmıştır. Hatta “Tunceli” adında yeni bir il bile kurmuştur. Bu ilin kurulmasına ilişkin yasa teklifi, dönemin İçişleri Bakanı tarafından “…Cumhuriyet devri memleketin esaslı ihtiyaçlarını temin ederek asıl hastalığı tedavi etmek şiarı olduğu için, burada da medeni usullerle bir tedbir düşünüldü. Ve bu program ile memleketin her yerinde olduğu gibi buraların da Cumhuriyetin feyizlerinden istifade etmesini gözetti” denilerek Meclise sunulmuştur. Özakıncı’nın deyişiyle, Dersim’i yeniden yapılandırmayı amaçlayan 25 Aralık 1935 tarihli “Tunceli Vilayeti’nin İdaresi Hakkında Kanun“la,“Cumhuriyet, aşiretlerin Dersim’ini, insan ve yurttaş haklarının Tunçeli’ne dönüştürmek” istemiştir.
“Cumhuriyet, aşiretlerin ‘Dersim’ini, insan ve yurttaş haklarının ‘Tunç Eli’ne dönüştürmek üzere; yöreyi köprüler, yollar, okullar, hastaneler, sinemalar, tiyatrolar, halk evleri, bankalar, ziraat kurumlan, hükümet binaları, adliye örgütü, karakol ve kışlalarla donatmaya başladı. Başka yöreden işçi getirilip çalıştırılması yasaktı. Bütün yapılar dolgun bir gündelik verilerek yöredeki aşiret üyelerine yaptırılacak; aşiret üyesi, reisinden bağımsız bir birey olarak çalışıp emeğinin karşılığını para olarak alacak; yüzyıllar boyu yalnızca kendi ailesinin yaşamı için gerekli şeyleri tüketebileceği kadar üreten, bundan fazla üretim yapmadığı için pazara götürüp satacak bir varlığı bulunmayan, dolayısıyla özel mülk nedir, parasal birikim nedir, mülkiyet özgürlüğü nedir tatmamış olan aşiret üyelerinin ceplerine para girecek; aşiretten bağımsız kendisine özel birikim yapmayı ve kendi birikimini dilediği gibi kullanmayı öğrenen aşiret üyeleri böylelikle aşiret düzeninden uzaklaşıp, insan ve yurttaş haklarına adım atacaktı.
Aşiretler Dersim’inin; özgür birey yurttaşlar Cumhuriyet’inin “Tunç Eli”ne dönüştürülmesi, tasarının biricik amacıydı. Çalışmalar coşkuyla sürüyor, yapımı bitirilen bir köprünün ATATÜRK tarafından açılacağı söyleniyordu. Fakat öyle olmadı. O günleri yaşayan İhsan Sabri Çağlayangil anılarında o günleri:
‘Atatürk Singeç Köprüsü’nü açmaya gidecek. O tarihte Seyit Rıza Dersim’in lideri. Devlet, Fırat üzerine bir köprü yapmış. Köprünün başında da bir karakol. Karakolda 33 askerimiz, başlarında İsmail Hakkı adında bir yedek teğmen var. Köprüye Dersimliler saldırı düzenliyor. Karakol yakılıyor ve 33 askerimiz şehit oluyor. İşte bu olay isyanın başlamasıdır. Atatürk olayla ilgileniyor ve kesin talimat veriyor: ‘Bu meseleyi kökünden hallediniz’ diye anlatmıştır.”
Bu arada söz konusu ağa 240 köyün sahibidir. Köylüler mesela İstanbul’a da gitse her yıl ağaya “Cizye” denilen kan parasını yani vergisini göndermek zorundaydı. Askeri öldürene gül verilmez… Kurşun ile yola çıkana kurşun ile yanıt verilir… Ağamız temizdi Atatürk kirliydi demeye getirmek çok büyük vicdansızlıktır…
Atatürk, Doğu’yu nasıl görmek istediğini; Diyarbakır, Malatya, Elazığ ve Tunceli gezisinde yanındaki Sabiha Gökçen’e şöyle ifade etmiştir:
“İnsan ömrü yapılacak işlerin azameti karşısında çok cüce kalıyor Gökçen… Geçtiğimiz yerlerde fabrikaları görmek istiyorum, ekilmiş tarlalar, düzgün yollar, elektrikle donanmış köyler, küçük, fakat canlı tertemiz, sağlıklı insanların yaşayabileceği evler, büyük yemyeşil ormanlar görmek istiyorum.
Gürbüz çocukların, iyi giyimli çocukların yüzleri sararmamalı, dalakları şiş olmayan çocukların okuduğu okullar görmek istiyorum.
İstanbul’da ne medeniyet varsa, Ankara’ya da ne medeniyet getirmeye çalışıyorsak, İzmir’i nasıl mamur kılıyorsak, yurdumuzun her tarafını aynı medeniyete kavuşturalım istiyorum. Ve bunu çok ama çok yapmak istiyorum.
Dedim ya, insan ömrü çok büyük işleri başarabilecek kadar uzun değil. Mamur olmalı Türkiye’nin her bir tarafı, müreffeh olmalı…
Devletin yapamadığını, millet; milletin yapamadığını devlet yapmalı. her şeyi yalnız devletten ya da her şeyi yalnız milletten beklemek doğru olmaz. Devlet ve millet ülke sorunlarını göğüslemede daima elele olmalıdır.
Ben yapabildiğim kadarını yapayım, sonra ne olursa olsun, benim kitabımda yok. Geleceği, geleceğin Türkiyesi’ni, düşünmek görevim. Bir iş aldık üzerimize, bir savaşın üstesinden geldik, şimdi ekonomik alanda savaş veriyoruz, daha da vereceğiz… Bu heyecanı yaşatmak, bu heyecanın ürünlerini görmek lazım.”
Tunceli bugün ülkemizin en aydın kentidir. Tunceli de verilecek en ufak bir ödün bile kabul edilemez. “Tunceli” bugün gördüğümüz sonuçlarıyla cumhuriyet devletinin bir başarı öyküsüdür. Maçoğlu özür dilemelidir. Dilemediği takdir de görevden alınmalıdır. Siyasi hayatı bitirilmelidir…
Yaşasın Atatürk
Yaşasın Türk Milleti
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti Devleti