Sayıştay, anayasal olarak düzenlenmiş yüksek yargı organlarımızdan biri…
Öyle ki; genel ve katma bütçeli dairelerin gelir, gider ve mallarını TBMM adına denetlemek, sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak, kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevli…
Zaman zaman basında okuyoruz kamu kurumlarının ve özellikle belediye hesaplarının altından neler çıktığını, ne kadar çok usulsüzlüğün yapıldığını…
Bu usulsüzlükleri Sayıştay, bizzat kendi bünyesindeki denetçileri aracılığıyla yapıyor.
Birçok kamu idaresinde yaşanan aksaklıklar ve usulsüzlükler, Sayıştay raporları ile meydana çıkınca normal şartlarda ne beklenir?
Kıyamet kopması…
Çünkü kamu gücü kötüye kullanılmaktadır.
Çünkü bir anlamda emanete hıyanet edilmektedir.
Çünkü siyasilerin çok sevdiği tanımlamayla, bir şekilde “yetim hakkı” yenmektedir.
Peki bizde ne oluyor bu denetim raporları açıklandıktan sonra?..
Bir iki cılız soruşturma, birkaç zimmet, iade ödeme filan…
Ama caydırıcı bir ceza veya istifa gibi bir şey duyabiliyor musunuz?
Duyamıyoruz, duymayız.
Bunlar bizde olağan işler gibi çünkü…
Dönem dönem Sayıştay açıklar, şaşarız; Sayıştay yine açıklar, biz yine şaşarız…
Kamudaki hatalar bitmez, bitirilmez, önlenmez, önlenemez!
Velhasıl…
Yürütme organı da Sayıştay’dan pek hazzetmez aslında.
Ancak geçtiğimiz günlerde basına bir başka haber düştü:
Tüm bunları açıklayan Sayıştay’da da aksaklıklar olduğu ortaya çıktı.
Mülkiye Müfettişleri Dış Denetim Raporu “tencere dibin kara” demiş.
Yani…
Sayıştay’ın da aslında denetime muhtaç olduğu ortaya çıkmış.
Geçici göreve giden personelin kurum bütçesinden yaptığı harcamaları belgelendirmediği, imzasız ve kaşesiz işlemlerin yapıldığı, orijinal belge yerine fotokopilerinin kullanıldığı, imzalanması gereken evrakların tam imzalanmadığı…
Başka kurumlarda ortaya çıkan aksaklıklar karşısında Sayıştay’da karşımıza çıkanlar devede kulak gibi gözükebilir.
Ama gerçekten önemsememeyi gerektirir mi?
Kuşkusuz hayır.
Türkiye’de kamu kurumlarında temel bir etik eksikliği zaten var.
Onlarca yıldır ülkenin kurumlarına işleyen o “etik’sizlik virüsü” nedeniyle çoğu işimiz kuralsız, hesapsız gidiyor.
Buna alışılmış çünkü ne bireylerde gerçek manada sorumluluk duygusu ve görev bilinci var, ne de yaptığına karşılık olarak bir müeyyide.
Yapanın yanına kar kalır anlayışı ile “devletin malı deniz…” şeklindeki bakış açısı da hep bu yaptırım eksikliğine bağlı…
Haliyle Sayıştay ile ilgili bu denetim raporunda yer alan hususlar, İdare ile Sayıştay arasında yaşanan gerilimden veya çekişmeden kaynaklı değil de gerçekten “gerçeği” ortaya döken somut verilerden ortaya çıkmışsa Sayıştay da toplum için hayal kırıklığına dönüşmüştür.
O zaman kim kime güvenecek; etkin kamu denetimini kim, nasıl yapacak soruları gündeme gelecektir ki..
Tarafsız, bağımsız, etkin yaptırım uygulama yetkisine sahip kuruluşlar olmadığı sürece Türkiye’nin kamu alanında hiçbir işin dört dörtlük yürümeyeceği acı bir çıplaklık olarak karşımıza çıkacaktır.
Kamunun bu hallerinin bir kısmını anlatan Çiğdem Toker’in son kitabı “Olağan İşler”i okumanızı tavsiye ederiz.