Çanakkale’nin Ayvacık ilçesi, Sultan 1. Murad Hüdavendigar zamanında Osmanlı topraklarına katılmıştır. Beylikler ve Osmanlı döneminde Ezine’ye bağlı olan Ayvacık, 1928 yılında ilçe olmuştur. 78 km.’lik sahil şeridiyle Çanakkale’nin en uzun sahiline sahiptir.
Bünyesindeki Yörük ve Türkmen köylerinde, geçmişten gelen kültür bugün de yaşatılmaktadır. Her biri turizm cenneti olan sahiller, antik dönemden bugüne ulaşan kültürel miras, zeytincilik, halıcılık ve hayvancılık ilçenin önemli değerleridir. Sahip olduğu bu özellikleriyle Ayvacık, Balıkesir’in Edremit Körfezi’nde yer alan ilçeleri ile oldukça benzerlik gösterir.
Tarihin ünlü Türk denizcilerinden Kaptan-ı Derya unvanına sahip Barbaros Hayreddin Paşa, ailesi ile birlikte Ayvacık-Midilli arasında denizcilik ile uğraşmıştır. Ayvacık-Çanakkale yolu üzerinde heybetli bir heykeli bulunan ünlü denizci, sizi selamlar. Bu tarihi selam, insanı o dönemlere alıp götürür. Denizciliğin, bir ülke için ne denli önemli olduğunu hatırlatır. Bu düşüncelerle yoğrulan gezginler, bir denizci geleneğini sürdürmek adına vira bismillah der. Ve yoluna devam eder.
Sevgili okurlarım, sizlerin de tanık olduğu üzere Asya’nın cenneti Ayvacık, bölgemiz ve ülkemiz için önemli bir ilçemiz. Daha önceki yazılarımda bu ilçemizde yer alan Assos ve Apollon Smintheion antik kentlerine yer vermiştim. Yazımın bundan sonra kalan kısmında ise, bir önceki yazıma konu olan Aleksandria Troas Antik Kenti’ne ev sahipliği yapan Ezine’ye doğru bir yolculuk yapmak istiyorum. İsterseniz, önce ilçemizi kısaca tanıyalım.
Ezine, Çanakkale-İzmir karayolunun 50.kilometresinde yer alır. Birbirinden lezzetli peynirleri ile akıllarda yer edinmiştir. İlçe ve yöresi 1333’te Karesi Beyliği tarafından fethedilir. 1361 yılında Osmanlı egemenliğine geçer. 1886 yılında da belediye teşkilatı kurulmuştur. Çevresindeki arkeolojik alanlar ve sahil beldeleri ile dikkatleri üzerine çekmeye devam etmektedir.
Söz konusu olan arkeolojik alanlardan birisi de Ezine’nin Dalyan Köyü’nde bulunan Pembe Göl’dür. Günümüzde İdra-Madra Jeoparkı Projesi kapsamında yer alan göl, Antik Yunan kenti olan Aleksandria Troas’ın bir parçası konumundadır. Gölü, çok daha önemli kılan özelliği ise, dünyada sadece 8 yerde bulunan pembe göllerden bir tanesi olmasıdır.
Bozcaada’nın hemen karşısında olan Pembe Göl, rengini güneş ışınlarının açısı ve yoğunluğu, gölün tuzluluk oranının yüksekliği ve sıcaklıkla temas ettiğinde pembe bir renk oluşmasını sağlayacak alg ve bakterilerin bulunmasından sağlıyor. Kalp şeklini andıran yapısıyla da halk arasında ‘Pembe kalpli göl’ olarak da biliniyor.
Sevgili okurlarım, Pembe Göl’ü ziyaret ettiğim gün, hava sıcaklığı mevsim normallerinin üstündeydi. Bundan dolayı, gölün etkileyici rengini göremedim. Yaz hiç bitmesin diyen biri olarak, bu durum beni hiç de mutsuz etmedi. Aksine, sımsıcak yüzünü benden esirgemeyen güneşin huzurunda oldukça keyifli anlar geçirdim.
Uzun bir süre güneşlendim. Ardından antik dönemden günümüze ulaşan kalıntılara göz attım. Adeta bir peri kızıydım. Bu mitolojik rolümü çok sevdim. Pembe Göl de beni bu halimle sevdi. Mutluluk içinde gölün etrafında huzur yürüyüşümü tamamladım. Artık veda zamanıydı. Ama bir türlü, hangi antik yolu seçeceğimi bilemedim.
Bakalım bu kararsızlığım nasıl son bulacak? Önümüzdeki günlerde, başka hangi antik şehirleri ve köyleri ziyaret edeceğim? Kimlerin mahallesine ve evine konuk olacağım? Hangi dağları ve denizleri aşacağım? Hangi kahramanlar ile yolum kesişecek? Ve nerelerde pedallayacağım?