Afrika’nın Güneyinde yaşayan ilkel bir kabilenin yaşam şeklini ve inanışlarını konu alan trajikomik bir film seyretmiştim seksenli yılların başında.
Film, mülkiyet kavramından yoksun saf ve paylaşımcı bir toplumda bile bir tane gazoz şişesinin nasıl güçlü bir etki yarattığına dikkat çekiyordu.
Kalahari Çölünde batının kapitalist-emperyalist sisteminden habersiz yaşamlarını sürdüren san insanları (Avcı-toplayıcı ), araştırma yapmak için bölgeye gelen beyaz adamları görene kadar dış dünyadan habersiz yaşarlar.
Bir gün çölün üzerinden uçan bir helikopterden atılan gazoz şişesi, Xi adında bir yerlinin kafasına düşer.
Şişe sayesinde teknoloji ile ilk kez tanışan ve o ana kadar alet-edevat olarak hayvan kemiği, ağaç dalları gibi doğal nesneler kullanan kabile halkı, şişenin Tanrı tarafından gönderildiğine inanır.
Bu arada Tanrının armağanı olan bu şişe, ne işe yaradığı çözülene kadar birçok amaca hizmet eder.
Bir süre sonra kabile halkı şişeyi aralarında paylaşamaz hale gelir ve bu yüzden birbirlerine karşı geçimsizlik, kıskançlık, nefret gibi daha önce hiç hissetmedikleri olumsuz duygularla tanışırlar.
Bu durum karşısında dehşete kapılan yerliler, ilişkilerinin bozulmasına sebep olan şişeyi Tanrı’ya iade etmeye karar verirler. Ancak yukarı doğru fırlattıkları şişe her defasında geri gelince Tanrıların çıldırdığını ve onlarla eğlendiğini düşünürler.
Oysa son zamanlarda yaşanan tüm tuhaflıkların sebebi çıldırmış olduğunu düşündükleri Tanrılar değil, nereden, ne amaçla geldiklerini ve dillerini bilmedikleri çılgın beyaz adamlardır.
Sonunda Xi, şişeyle birlikte dünyanın öbür ucuna doğru uzun bir yolculuğa çıkar. Amacı, dünyanın öteki kenarına geldiğine şişeyi aşağıya atacak ve kabilesini bu sorundan ilelebet kurtaracaktır.
Aklımda kalanını özetlediğim bu filmi, adı ve o tarihlerde hala ilkel bir topluluğun varlığı ilgimi çektiği için izlemiştim.
İnsanlık adına manidar olan konusu ile tüm dünyada beğeni toplayıp hasılat rekoru kıran film, yapımcısına maliyetinden kırk kat daha fazla yaklaşık iki yüz milyon dolar para kazandırmıştı.
Ancak çıldırmış olan Tanrılar eğlenmeye devam etmiş ve filmin başarısında önemli payı olan başrol oyuncusuna yaşadığı yerde para kavramı olmadığı gerekçesi ile sadece on iki adet sığır vermişti.
Gelelim günümüzün çılgın Tanrılarına.
Mesela; meslek haline gelmiş olan haksız kazanç yolları ile servetlerine servet katan ve masum halkın mülkiyet hakkını gasp ederek fakirleşmesine sebep olan gözü dönmüş, vicdan yoksunu tacirlerine.
Mesela bu tacirleri görmezden gelmekle kalmayıp üstüne bir de halkın sığırlarını ellerinden alanlara.
Aslında düşünüyorum da saymakla bitiremeyeceğim tuhaflıklar karşısındaki serzenişim beyhude.
Çünkü başımıza gelen her türlü melaneti, kullarını sınamak için Yaratan’ın yaptığına ve kaderciliğe inanan ya da inandırılan ilkel düşünceli insanlar hala var.
Ve kaderciliğe bağlı bu inanış devam ettikçe, insanların inancını kullanarak onları sömüren çılgın Tanrılar her zaman görev başında olacaktır.