Çoktandır ben mutluyum, demiyor doğa. İnsan zekâsı, durmadan, sonuçlarını düşünmeden müdahale ediyor doğal hayata.
Vurulmuş bir ceylanın üzerine basarak poz verenler, keklikleri yan yana dizip bunu övünç haline getirenler var.
Danimarka’da kürkü için üretilen hayvanlarda görülen koronavirüs nedeniyle iki milyon vizonun öldürüleceği haberlerde yer aldı.
Bir belgeselde avcılar tarafından vurulan yaralı atmacanın yavrularını doyurduktan sonra ölümünü izledik.
Bu tablolar, ürkütüyor insanı. Merhamet kavramı, taş devri insanlarının zorunluluklarıyla bütünleştiriliyor. Avcılık seçkin bir spor ve geçim mesleği gibi tanıtılıyor.
Hayvanlara karşı şiddet ve keyfilik yasal olan avcılık görüntüsü içinde övülecek bir durum gibi verilmeye çalışılıyor.
Doğadaki canlılarla, cansız varlıklar arasında bir dengenin olduğunu ve dengenin bozulmasıyla felaketlerin başlayacağını bilimsel çalışmalar söylüyor.
İnsanın zekâsı, kaybolan doğayı yeniden yaratmaya yetmiyor. Tarihi süreçte nesilleri tükenen hayvan ve bitkileri insanoğlu tekrar yaratamıyor.
Türk geleneğinde bazı hayvanlar, kutsallaştırılmıştır. At, geyik, kurt gibi hayvanlar simgeleştirilmiştir.
Geçmişte kuş yuvalarının çoğaltılmasına özen gösterildiğini kaynaklardan okuyoruz ve birçok tarihi binalarda bunları görüyoruz.
Doğal hayata yönelik baskılar ve tahribatlar artık hayatın devamlılığını zorluyor. Bu olumsuz etkiler, doğal kaynakları kurutuyor.
Avcılığı tutku haline getirecek her türlü görsel ve anlatımları, yasaklamak belki bir ceylanın suya inerken daha güvenli olmasını sağlayacak. Kuşlar daha özgürce uçacak. Yavrular, yuvalarından başlarını korkusuzca çıkaracaktır.
İnsanın dışında da her şeyin yaşama hakkı vardır.
Nazım Hikmet hayvan sevgisini ne güzel anlatmış:
……….
HAYVANLARIN ÇOĞU İNSAN GİBİDİR
HEM DE İYİ İNSAN GİBİ
KALIN BOYNU KILDAN İNCEYDİ DOSTLUĞUN BUYRUĞUNDA
HÜRRİYETİ DİŞLERİYLE BACAKLARINDAYDI
NEZAKETİ TÜYLÜ UZUN KUYRUĞUNDA
GÖRESİM GELİRDİ BİRBİRİMİZİ
EN BÜYÜK İŞLERDEN KONUŞURDU
AÇLIKTAN, TOKLUKTAN, SEVDALARDAN