Türkiye’nin su varlıkları gittikçe azalmakta ve bozulmaktadır. Kurulduğu günden bu yana doğal varlıkların korunması için çalışan TEMA Vakfı suyun kullanılacak bir kaynak değil; korunması gereken bir varlık olduğunun altını çizmekte ve su varlıklarının korunması için gerek mevzuat ölçeğinde gerekse, havza ölçeğinde çalışmalar yapmaktadır. Çalışmalarda var olan kanun ve yönetmeliklerin su varlıklarının korunması için yeterli olmadığına ve mevzuattaki çelişkilere dikkat çekmek amacıyla Türkiye’deki mevcut su politikalarını incelemekte, politikalar önerileri geliştirmekteyiz.
TEMA Vakfı suyu korumayı ve geliştirmeyi hedefleyen bir Su Kanunu’nun gerekliliğine inanmaktadır. Suyu hayat-hak-varlık üçgeninde konumlandırmakta ve suya ulaşma hakkının temel ve yaşamsal bir hak olduğunun altını çizmekte; bu anlamda suyun ticari bir mal gibi görünmesine karşı çıkmaktadır. Su yönetimindeki çok başlılığa son verecek; tek bir yasa altında ve katılımcı bir yaklaşımla yönetilecek Su Kanunu’na ihtiyaç olduğuna inanmaktadır. Bu sebeple TEMA Vakfı 2010-2011 yıllarında akademisyenler, danışmanlar, hukukçular ve uzmanların katkısıyla Su Kanunu Tasarısı hazırlamıştır. 2012 yılında karar vericiler ve kamuoyu ile paylaşılan TEMA Su Kanunu Tasarısı, su varlığının korunmasında hukuksal, yönetimsel ve etik yeni ilke ve kurallar getirmektedir. Su Kanunu Tasarısı’nın yayınlandığı 2012 yılından bu yana kanunun çıkması için çalışmalar yürütülmekte ve su mevzuatı yakından takip edilmekte ve kanunun çıkarılması için mücadele edilmektedir..
TÜRKİYE’DE EN AZ 59 SU VARLIĞI CİDDİ TEHDİT ALTINDA
TEMA Vakfı, Dünya Su Günü’nde (22 Mart) gönüllü temsilcilerinin katkılarıyla hazırladığı ‘Türkiye Su Varlıklarına Yönelik Tehditler Haritasını açıkladı. Geçtiğimiz iki ay boyunca yürütülen çalışma sırasında tabandan yukarı doğru ve katılımcı bir araştırma yöntemi izlendi. Sistematik bir bilgi toplama formu kullanılarak 81 ildeki gönüllü temsilcileri aracılığıyla güncel su sorunlarını tespit eden TEMA Vakfı, şu ana kadar 33 ilde 59 su varlığına dair tehdit belirledi.
SUYA ERİŞİM DE, SULARIMIZIN NİTELİĞİ VE MİKTARI DA TEHDİT ALTINDA
Su varlıklarına yönelik tehditler su varlığının niteliğine, miktarına ve su varlığına erişime yönelik tehditler olmak üzere temel olarak üç ana başlık altında değerlendirildi. Bir su kaynağında birden fazla tehdit olduğu durumlar saptandı. TEMA Vakfı’nın hazırladığı güncel haritaya göre, aralarında akarsu ve göl kirlenmesi ile biyoçeşitlilikte azalmanın da olduğu su varlığının niteliğine yönelik 35 tehdit kayıt altına alınırken, akarsu ve göl kuruması ile yer altı sularının tükenmesini içeren su varlığının miktarına yönelik 29 tehdit saptandı. Su varlığına erişime engel olacak baraj ve HES kaynaklı sorunların yanı sıra sağlıklı içme suyuna erişime dair sorunlar içeren de 4 tehdit kaydedildi.
Bu rapor kapsamında belgelenen vakalar Türkiye’deki kirlenme ve tükenme tehdidi altında bulunan çok sayıda su varlığının sadece bir kısmını oluşturmakla birlikte TEMA Vakfı önümüzdeki dönemde temsilci ve gönüllülerinin katkıları ile haritayı güncelleyerek genişletmeye devam edecek.
SULAK ALANLAR RİSK ALTINDA!
Ramsar Sekretaryası’nın açıkladığı verilere göre dünyadaki tatlı suyun yüzde 70’i tarım amaçlı faaliyetler için kullanılıyor. Veriler, 2050 yılına kadar tarımın ihtiyacı olan su miktarının yüzde 19 oranında artacağını gösteriyor
Artan nüfus sulak alanlar gibi tatlı su rezervlerinin çevresinde yoğunlaşıyor. Bu alanlarda gerçekleşen sürdürülebilir olmayan üretim faaliyetleri su varlığını tehdit ediyor. Dünyanın birçok yerindeki su varlıkları doğal ve sosyal yaşam için sürdürülebilir seviyenin altında seyrediyor. Sulak alanların varlıklarını devam ettirebilmesi için bu seviyenin belli bir miktarın altına inmemesi gerekiyor.
Dünya üzerindeki toprakların yüzde 11’inde tarımsal üretim yapılıyor. Ekim alanı aynı kalırken bu alanlarda geleneksel tarım yerini sürdürülebilir olmayan tarımsal faaliyetlere bırakıyor. Su tüketimi yoğun, kimyasal girdisi yüksek, yörenin ekosistem özelliklerini dikkate almayan ekstansif tarım (Ekstansif tarım: İlkel yöntemlerle ve geleneksel yöntemlerle yapılan, modern tarım yöntemlerinin uygulanmadığı yapılan tarım metodudur. Sulama, gübreleme, ilaçlama ve kaliteli tohum gibi uygulamalar yetersiz olduğundan verim düşüktür. Tarımsal üretim büyük oranda doğal koşullara, iklim koşullarına bağımlıdır, buna bağlı olarak ekilen tarım alanlarının genişliği değişmediği halde, yağış miktarındaki değişmelere bağlı olarak üretim miktarlarında yıllara göre büyük dalgalanmalar görülür. İklim koşulları ile ürün verimi arasında paralellik vardır.) artıyor. Ekosistemler ile birlikte insan sağlığı, içme suları olumsuz yönde etkileniyor. Veriler, son 50 yılda ekstansif tarım yapılan alanların iki katına çıktığını gösteriyor. Çevrelerindeki tarımsal yaşam sürdürülebilir bir şekilde planlanmadığı için kirlilik ve su seviyesindeki düşüşler meydana geliyor. Bu nedenle de sulak alanlar yok oluyor.
Ramsar Sekretaryası’nın açıkladığı verilere göre dünyadaki tatlı suyun yüzde 70’i tarım amaçlı sulama faaliyetleri için kullanılıyor. Sulama aşamasında ve sonrasında taşan suyun bir bölümü nehirlere ve su varlıklarına geri dönüyor, kalanı ise buharlaşıyor.
Sulama yapılan alanların yüzde 40’ında yer altı suları su kaynağı olarak kullanılıyor. Veriler, 2050 yılına kadar tarımın ihtiyacı olan su miktarının yüzde 19 oranında artacağını gösteriyor. Bunun büyük bölümü ise hali hazırda suyun az olduğu, sulu tarım alanlarında gerçekleşecek.
TÜRKİYE DE AYNI KADERİ PAYLAŞIYOR…
Türkiye’deki sulak alanlar da aynı kaderi paylaşıyor. Sulak alanlar çevresindeki yaşamın sürdürülebilirliği için; sulak alanların özgün şartlarına uygun, iklim değişikliği risklerini göz önünde bulunduran sürdürülebilir sulak alan yönetimi gerekli.. Türkiye’deki sulak alanlar iklim değişikliği baskısını yoğun olarak hissediyor. Bölgelerin ekosistem şartlarına uyumlu olmayan sulu tarım faaliyetleri sulak alanlardaki doğal ve sosyal yaşamı tehdit ediyor. Sulak alanlar yok olurken sadece ekosistemler değil çevresindeki sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel yaşam da yok oluyor..
Sulak alanlar bulundukları yerin iklimini yumuşatır, yer altı ve yer üstü su rezervlerinin varlıklarını sağlıklı bir biçimde devam ettirmesine katkıda bulunur, sel ve taşkın gibi afetlere karşı çevresini korur. Bu özellikleri ile tarım faaliyetleri için doğal bir altyapı sağlar. Korunması gereken yerlerdir…
Türkiye, Ramsar Sözleşmesi’ne 17 Mayıs 1994’ten itibaren resmen taraf olmuş bugüne kadar kendi ulusal sınırları içerisinde 179.898 hektar sulak alanın korunmasını taahhüt altına almıştır.
Su stresi çeken ülkeler arasında yer alan Türkiye’de, son yıllarda suyun değeri bir kez daha anlaşıldı.. Nüfus artışı ve iklim değişikliği nedeniyle, iyi senaryoda bile 2050 yılında yağışların %15-20 azalması beklenen ülkemiz, su fakiri olma tehdidiyle karşı karşıya. Su döngüsünün önemli bir bileşeni olarak ormanlar, dünya karasal alanının %30’unu oluşturmasına rağmen akarsu akışlarının %60’ını oluşturuyor. Dünya nüfusunun %50’sinin suyu ormanlardan geliyor. Ormanların tahrip edilmesi bölgeyi daha kurak hale getirirken, suyla taşınan organik madde ve toprak nedeniyle suyun kalitesini bozuyor. Bu durumun sadece insan için değil, doğadaki tüm canlıların su hakkının korunması için ormanların korunması ve korunan orman alanlarının artırılması gerekiyor.
Yerin üstü altından daha değerlidir. Bundan dolayı derhal vahşi madencilikten vazgeçilmelidir. Doğal varlıklarımız korunmalıdır.
Umut yeşertiyoruz!
Balıkesir TEMA Vakfı