Bebekler.. yumuk yumuk elleriyle ağızlarıyla meraklı gözleriyle dünyayı araştıran başka bir gezegenin sakinleri gibi gelir ve uzun süreli bir staj dönemi ile bu araştırma sürecini tamamlamaya çalışırlar.
Bu yetişkine bağımlı süreç hem bakım veren hem de alan için zorlayıcı olabilecek uzun bir yolculuktur
İnsanı evrim sürecinin taşıdığına inanılan en son nokta yaşamın ilk yıllarında daha fazla ve uzun süreli bağımlılıkla dünyaya gelmek ve sosyal ilişki ağlarının ve sağlıklı bağlanmanın gerçekleşmesi için yeni bireyi hazırlamak gibi görünüyor. İnsan insanla var olabiliyor ve hayatta kalabiliyor..
Tüm bu koşullarda yaşamının ilk yıllarında yetişkinlere tam bağımlı bir şekilde yaşayabilen bu küçük canlının geleceğinin kuracağı iyi ilişkilere bağlı olduğunu tahmin edebiliriz tabii…
Konuşamamak, kendini ifade edememek unuttuğumuz bir dönemin huzursuzluk hislerini hatırlatır bizlere, hafızamızdaki kayıtlarına zar zor ulaştığımız .. Yani bebeklik dönemi…Uyum sağlama çabasında olan bebeklerin yetişkini gözlemlemek ve onun ne hissettiğini adeta yaşantılamaya maruz kalabildiği tek seçenek.. Bu seçenek bizi “empatik stres” kavramıyla tanıştırıyor zorunlu olarak…
Araştırmalar stresli bir durum yaşayan birini gözlemlemenin stres tepkilerini tetikleyebileceğini gösteriyor.Buna empatik stres veya gözlemci stresi de diyebiliriz.Peki stresi deneyimleyip uygun tepkileri gelişim düzeyleri gereği veremeyenler kimler? Tabii ki bebekler…
Gözlem yapma eğilimi ve dikkatin çevresel yönelimi özellikle zayıf ve güçsüz hissettiğimiz zamanlarda daha fazla artar. Her türlü tehlikeyi erken fark etmek adına bizi hazırlayan sinir sistemimiz uyaranlara hassasiyetimizi artırır, hassaslaşırız . Bebeklik güçsüzlük ve yetersizlik hislerinin tam hakimiyetinde adeta dünya gezegenine sürgün gibi yaşadığımız acıklı bir dönemdir de bu yönüyle…
Bakım verenin ne hissettiğini anlamanın dışında hisseden ve maruz kalan bir garip varlıktır bebek, aynı şekilde deneyimleyebilir.Evin içerisindeki kavga gürültü yüksek ses bu hassas dönemdeki canlılarımız için yetişkinlerden daha tahrip edici etkiye sahiptir üstelik…
Sinir sistemi belirli seviyelerdeki stres koşullarında savaş veya kaç tepkilerini başlatır vücudumuzda.. Kalp atış hızımız yükselir, kan akışımız kollarımıza ve bacaklarımıza yönelir, sistemimiz dövüşmeye veya kaçmaya hazırlanır. Eğer basa çıkabilme umudumuz varsa tabii, kapana kısılmış veya vereceğimiz hiçbir tepkinin durumu değiştirmeye yetmeyeceği koşulları deneyimliyorsak bir sonraki stres tepkisine geçeriz; “donma”…
Donma tepkisinde birey artık stres etkeniyle başa çıkamayacağı kabulüne dayanarak pes etme tepkileri vermeye başlar. Çaresizlik ve umutsuzluk ön kabulü ile kan akışı yavaşlar farkındalık ve duyarlılık azalır. Hayatta kalamayacağını anlayan organizmanın ölürken daha az acı çekmek maksadıyla yaşam şalterini kapatmasına benzetebiliriz bu evreyi..Artık çaba anlamsızdır.
Peki bebeklerde ne olur? Savaşamıyor ve kacamıyorsa ki bu mümkün değil hızla donmaya geçer. Donma ağır düzeyde bir stres tepkisidir. Ve strese maruz kalan bebekler ilk bu evrede çaresizliği öğrenirler..
Siz de hayata dair olumlu olasılıklar yerine hep en olumsuz düşünüp önlem almaya çalışanlardan mısınız yoksa? Eğer öyleyse bunun izlerini bebekliğinizde bulabilirsiniz. Stresli veya ihmal edici düzeyde bakım verme yetersizliği gösteren ebeveynin bebeğin ısrarlı ağlamalarına karşılık verememesi dolayısıyla ona çok temel düzeyde bir şeyi öğretebilir : “Hiç umut yok” mesajını..Buyrun size “Öğrenilmiş çaresizlik”.. Başa gelen şey başa geldikten sonra geç kalınmıştır bu insanlar için, değiştirilemez, iyileştirilemez, o yüzden hayat kontrol edilmelidir.
Hepimiz içimizde bir yerlerde bir duyumda bir seste, bir kokuda belki de bu dönemin izlerini taşıyoruz farkında olmadan.. Ve farkındalık ışığının daha az ulaştığı her an her deneyim bizi daha fazla yönetiyor, sınırlıyor. Ben de bu dönemin belki çok fark edilmeyen özelliklerini farkındalık ışığınıza sundum, yetişkinler olarak bize maruz kalan bebeklerimiz için umudun aydınlık yüzünü arttırmak umuduyla..