Sevilen birine yazılan mektubun içerdiği sözcükler gül bahçelerinden alır kokusunu. Özlediklerimizi anarken boğazımıza düğümlenenler de öyle. Düşlerimizin, düşüncelerimizin örtüştüğü birileriyle paylaştığımız zamanın çatısını inceliklerle kurmaya özen gösteririz. En insani yanımızın dışavurumudur böylesi anlar.
Ne kadar özveride bulunursak bulunalım, mıknatısın kutupları gibi bir de yan yana gelemediklerimiz vardır. Bunların adını anarken sözcükler kara bulutların içinden dökülür sanki. Bir hüzün kokusu baş köşeye oturur. Bireysel ilişkilerin uyumu ya da uyumsuzluğundan yansıyan bu durumu, kalabalıkların antlaşmalarına, koklaşmalarına, kavgalarına da yakıştırabiliriz; aynı kaynaktan fışkıran hayat suyunun, birer damlaları olduğumuz gerçeğinin ayrımına varana dek sürer gider bu durum.
Ben’den yola çıkarak bize ulaşmanın ve o bütünü tanımanın, ona dahil olabilmenin biricik yolu, genelde sanatın, özelde şiirin dilinden yükselen buğuyu koklamaktan geçiyor galiba. Özünün derinliklerini korkusuzca araştırmaya başlayan insanda, şiir uç verip filizlenmeye başlar. Bu bağlamda bir incelmedir söz konusu edilen. Bugün siyasi görüş, dini inanç farklılıklarından dolayı yürekleri sızlamadan birbirlerinin kafalarını koparanlar, aynı suyun damlaları olduğunun ayrımına varırlar. Yeryüzünün ve gökyüzünün sömürüsüne karşı duruşun başladığı andır bu nokta. Bakın P.Eluard ne diyor :
“Yaşamın içindedir şiir/dilin çatısı olacaktır bir gün”
Ve ekliyor:
“Herkes gibi, dünyanın karanlık haberleriyle, bastığı yerdeki otun, taşın, toprağın, pisliklerin ve güzelliklerin olur olmaz sorunlarıyla haşır neşir ozan, sokaktaki adamın ya da bilge kişinin olduğu kadar, kadının, çocuğun ya da delinin kullandığı en arı dilin tadını bize duyuracaktır.”
Hayatın kımıltısı konusunda yetkin bir öğretmen olan Pablo Neruda’yı dinleyelim bir de:
“Santiago’nun en büyük ve popüler yazar yeri Vega Central’de başıma gelenleri anlatacağım…Bir gün beni alıp götürmek üzere biri geldi. Arabaya binerken nereye ve niçin gittiğimi bilmiyordum. Cebimde kitabım Espena El Cozazon (Yürekte İspanya) vardı. Arabada bana Vega Pazar hamallarının sendika binasında bir konuşma yapmaya davet edildiğim söylendi. Elli kadar adam büyük sepetler, derme çatma sıralar üzerine oturmuş beni bekliyordu”
İşte şiirin gücü ! Kalabalığı oluşturan her birey, damarlarında dolaşan bu ırmağın sesini duyduğu gün, hayat dediğimiz satrancın içindeki konumunu kendisi belirleyecektir. Bir düş gibi görünüyorsa da, insanın ulaşması gereken yaşam biçimi böyle olmalıdır. Şiir dilinden yükselen buğunun hazzını tadan insan, bir hayvanı boğazlar gibi hemcinsini öldüremez çünkü.
Sömürü sayesinde okur yazar oranı en düşük olan bir ülkede yaşıyoruz. Karnımızı doyurabilmek, barınabilmek kaygısıyla geçiyor ömrümüz. Sayıları çok az da olsa, sesini yükseltmeyi bir görev bilip, bizi kendi gerçeğimizle buluşturan şair ve yazarlardan ürküyor sömürgen. Oysa, sonsuz ve sınırsız zaman içinde bu düzensizliğin devam etmeyeceğini onlar, bizden iyi biliyor. Kitabın yani düşüncenin yasaklandığı zaman ve mekanlarda yaşamak düştü payımıza. Akıl ötücü bir kuştu; doğa biçmişti ona bu giysiyi. Ürkse de ötmekten geri durmadı. Bu gerçeği görmediler, yanıldılar.
“Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olamayış durumu ise, insanın aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır.” –İ.Kant–
Sağlıklı beslenemeyen, okuma özgürlüğü elinden alınmış, seçme yetisinden yoksun, dayatmalar altında bunalan, değerleri yok varsayılan, cahil ya da diplomalı işsiz kalabalığın ergin olamayışlarının suçu biraz da (hatta fazlasıyla), onları bu duruma düşüren ve bu konumda kalmalarında ısrarcı davrananlarındır. Yaklaşık yetmiş beş yıldır süregelen siyasi ve ekonomik tarihimiz incelendiğinde, hangi cehennemle yüz yüze olduğumuz görülecektir.
Şiirin dili öğrenildikçe, kan ırmakları akıtanların neslinin tükeneceğine inanıyorum ben.
“En azgın silahlarla korunulsa da/ bir şey var ki şu dünyada/ fabrikada/ madende/ ırgat pazarlarında/ bir şey var ki şu dünyada/ gözlerin namlusunda/ ağızların kilidinde/ birikir adım adım/ olgunlaşır alttan alta/ bahar olur basar birden dalları/ güle güle gelir canlar paresi”
Bülent GÜLDAL
Sn.Bülent Güldal,Sözcüklerin Kokusu yazını okudum ve çok beğendim. Çok faydalandım ve çok şeyler öğrendim. Benden bize ulaşmanın biricik yolu sanatın ve özelde şiirin dilinden yükselen buğuyu koklamaktan geçer, şiirin uç verip filizlenmeye başlaması…vb.Sizi tebrik ediyor ve kutluyorum. Şiirin dilinden yükselen buğunun hazzını tadan insanın canavar olamayacağını anladım. Ömrünüz bu hazzın tadı gibi güzellikler içinde geçsin.Muharrem Kaynak