Tüm bir yüzyılın çabaları
İlk misyonumuz, XX.yüzyılın yapılmalarını hatırlatmaktır. Bu yapılmaları sökmeye atılırsak, bunun kötü sonuçları olabilir. Tabii ki, böyle bir tavır köktenci büyük maceralara atılmaktan daha az coşku vericidir. Fakat İngiliz siyasal filozofu John Dunn’ un dedigi gibi ”geçmiş, gelecekten biraz daha aydınlanmış vaziyettedir” ve daha net olarak görürüz.
Kılı kırk yarmayalım, solun muhafaza etmesi gerekli bir şey var. Neden olmasın ? Bir anlamda, köktencilik daima kazanılmış değerlerin müdafaasına bağlı olmuştur: XIX. yüzyılın Fransa ve İngiltere’ sinde köktencilerin öfkesi, ekonomik hayatın ahlak kuralları ile kontrol altında tutulduğuna inançtan kaynaklanıyordu; ve bu ahlak kurallarının sanayi kapitalizminin yeni dünyasında hiçe sayıldığına inanılıyordu. İlk sosyalistlere siyasi enerjilerini veren, işte bu kayıp hissidir ( devrimci hissi de körükleyen bu olmuştur. )
XX.yüzyılın büyük reformlarından miras kalan kurum, kanun, hizmet ve hakları kazanılmış farz ediyoruz. Bütün bunların, 1929′ da akıllardan bile geçmediğini unutmamak gerekir. Şimdiye kadar, seviye ve etkisinin eşi görülmemiş değişimlerden istifade ediyoruz. Bu açıdan, müdafaa etmemiz gerekli çok şey var.
İki yüzyıldır, pazar ekonomisi müdafileri, tüm ekonomik değişmelerin faydalı olduğu fikrini canla başla kurumsallaştırdılar. Sağcı dünya görüşü, evrensel bir tasarım adına, yok etme ve yenilenmeye yönelik modernist itkiyi miras aldı. Irak savaşından, eğitim ve sağlık hizmetlerinin sökümüne, finansal kuralsızlığın kural haline getirilmesine inanarak yıllardır faaliyet gösteren, Thatcher ve Reagan’dan Bush, Blair, Brown ve Sarkozy’ye kadar sağcı dünya görüşü, siyasi muhafazakârlıkla sosyal ılımlılığın mümkün birliğine tamamen sırt çevirdi.
İngiliz filozofu Bernard Villiams’ ın (1929-2003) çok iyi dediği gibi, hoşgörü daha çok, ”eksikliğinin göze batan rahatsızlıkları” tarafından müdafaa edilir. Aynı şeyi sosyal-demokrasi ve koruyucu Devlet için de söyleyebiliriz. Bugünün gençleri, hayatın, bu iki olgunun olmadığı zamanlarda neye benzediğini anlamakta güçlük çekiyorlar.
En fazla umabileceğimiz şey, yetersiz şartların biraz olsun düzelme göstermeleri oluyor. Son otuz yılı, birçokları bu yetersiz şartları metotlu bir biçimde yok etmekle geçirdiler: bunun, bizleri öfkelendirmesi gerekir. Tüm bir yüzyılın çabalarını elinin tersiyle silip atmak, bizden evvel gelenlere ve bizden sonrakilere ihanet etmektir. Sosyal-demokrasinin, çizmekte olduğumuz ideal dünyayı temsil ettiğini vaat etmek hoş ( fakat aldatıcı ) gözükebilir. Tabii ki bunun bir masal olduğunda şüphe yoktur. Sosyal-demokrasi değil ideal bir geleceği temsil etmeyi, ideal bir geçmişi bile temsil etmiyor. Fakat, bugün önümüzde bulunan diğer olasılıkların tümünden daha ehven gözükmektedir.
Evrensel bir emeklilik programını, işsizlik ödeneklerini, bedava bir yüksek öğretimi, ödenekli sanatı, hala hayal edebilir miyiz ? Yoksa bu hizmet ve yardımların, pahalıya mal olduklarından dolayı muhafazaları mümkün değil mi ? ”Beşikten mezara” kadar koruyan ve garanti altına alan bir sistem, Devlet’ in minimuma indirgendiği, tamamen pazar ekonomisine inanan bir toplumdan daha ”faydalı” mıdır ?
Sosyalizm gizemi
Bu sorunun cevabı, ”faydalı” terimine verdiğimiz anlama bağlıdır: nasıl bir toplum arzuluyoruz ve bu toplumu yaratabilmek için hangi uzlaşmalara hazırız ? ‘
‘Fayda” sorunu yeniden düşünülmeli. Ahlâk ve sosyal hedefleri inkâr ederek, sadece etkinlik ve üretkenlik sorunlarının ardına gizlenmekle bu soruya cevap bulamayız.
Uzun zaman, sol düşünce XIX. yüzyılın romantiklerinin etkisi altında kaldı; eski dünyayı silip süpürmekte acele eden, herşeyin köktenci bir eleştirisini yapmaya hazır bir soldu bu. Böyle bir eleştiri, derin bir değişim için gerekli olabilir, fakat tehlikeli bir biçimde yolumuzu da şaşırtabilir.
XIX. yüzyılda, Tarih, değişime susamış bir neslin omuzlarına yüklenmiş bir ağırlıktı. Geçmişin kurumları önemli bir engel teşkil ediyordu. Bugün değişik şekilde düşünme sebeplerimiz var. Çocuklarımıza, miras aldığımızdan daha mükemmel bir dünya bırakma yükümlülüğümüz var. Fakat, bizden evvel gelenlere de bazı şeyler borçluyuz.
Her halükârda, sosyal-demokrasiyi sadece faydalı kurulmaları muhafaza etmeye indirgemek gerekmiyor. Dünyamızda iyi gitmeyen şeyleri kavramak için geleneksel politika dili yeter: adaletsizlik, haksızlık, eşitsizlik ve ahlaksızlık sorunlarıyla, önsezilerimiz sayesinde içli dışlı olabiliyoruz; sadece nasıl konuşacağımızı unuttuk.
George Orwell, ”İnsanları sosyalizme götüren, onun adına canlarını tehlikeye atmaya iten, sosyalizmin gizemi, eşitlik fikridir” diye yazmıştı. Hala bugün bu doğrudur. Toplumlar içerisinde ve arasında giderek çoğalan eşitsizlikler sosyal patolojiler yaratmaktadır. İçerisinde haksızlıkların hüküm sürdüğü toplumlar aynı zamanda istikrarlı da değildirler; bölünmelerden zarar görürler ve neticeleri nadiren demokratik olan kavgalara sebep olurlar. Özgür bir toplum üyesi olarak, dünyamız üzerinde eleştirel bir bakışımız olmalıdır. Fakat bu da yetmez. Eğer neyin iyi işlemediğini biliyorsak, bu bilgiye dayanarak eylemde bulunmalıyız. Karl Marx, ‘filozoflar, değişik biçimlerde dünyayı yorumlamaktan başka birşey yapmadılar. Halbuki, önemli olan, dünyayı dönüştürmektir.’ diyordu.(Fransız Courrier İnternational dergisinden çeviren Arsen CEYHAN)