Özelleştirme etkisiz kaldı
XX. yüzyılın son otuz yılında, entellektüel değişimin en önemli sonuçlarından birini tespit etmek istersek, bu, şüphesiz özel sektöre tapma, bilhassa özelleştirme tabusu olur. Modern Devlet’ in ortaya çıkışıyla, ulaşım, sağlık, okul, posta, ordu, hapishane, polis, ve kültür türünden, kâr arayışıyla uzlaşmayan zorunlu hizmetlerin Devlet tarafından düzenlenip kontrol edildiğini görürüz. Bugün ise, bu hizmetler özel sektörün eline verilmektedir.
Devlet sorumluluklarının mütemadiyen özel sektöre transfer edilmesine ve bilhassa bunun toplum için hiçbir yarar getirmediğine tanık oluyoruz. Ekonomi teorileri ve popüler mitlerin tersine, özelleştirmeler etkisiz kalmaktadır. Devlet’ in özel sektöre transfer ettiği hizmetlerin çoğu para kaybediyordu: tren yollarından tutun, kömür madenlerine, posta ve elektrik şebekelerine varıncaya kadar, bakımı ve dağıtımı zor, pahalı ve rantabilitesi olmayan hizmetlerdi bunlar.
Sadece saydığımız nedenlerden dolayı, bu kamu değerlerinin özel alıcılarının gözünde hiçbir değeri olmadığından ucuz fiyatlara elden çıkarıldı. Fakat Devlet hiç fiyatına sattığında, kayıpları kat kat ödeyenin de toplumun kendisi olduğu unutulmamalı. İngiltere’de, Thatcher dönemi özelleştirmeleri esnasında, Devletin çoktandır kontrol ettiği alacakların ( actifs ) kasten ucuza satılması, 14 milyar £ ‘in yükümlü vatandaştan hissedarlara geçmesiyle sonuçlandı. Bu kayıba, bankacılara verilen 3 milyar £ komisyonu da eklemek gerek. Bu şekilde Devlet, özel sektöre 17 milyar £ aktarıyordu; aksi takdirde satmasına imkan yoktu ( bu akılalmaz rakamlar Harvard Üniversitesinin veya Paraguay ve Bosna-Hersek gibi ülke GSMH’ larıyla mukayese edilebilir. ) Thatcher döneminde İngiltere’de olup bitenlerin, sorumlu bir kamu parası kullanımı olduğunu söylemek zordur.
Neticede, bu özelleştirmeler, özel şirketlerin kamu fonlarını sürekli hortumladığı, son derece iğrenç bir karma ekonomi oluşturdu. İngiltere’de, yakın zamanda özelleştirilen Devlet Sağlık Kurumu ( National Health Service ) hastahaneleri birer birer iflasın eşiğine geldiler; zira piyasa fiyatına hizmet vermeleri yasaklandığı gibi, aynı zamanda da imkansız kârlar elde etmeye teşvik edilmekteydiler. Haliyle hastahaneler, faturaları hükumete sunmaya başladılar. Bu gibi durumlar üstü kapalı devletleştirmeye tekabül ediyor; bir farkla ki, Devletin kontrolü hiç denecek kadar az.
Hükumetler çoğu sorumluluklarını özel şirketlere devretmeyi yeğlemektedirler; bu şirketler bazı işleri Devletten daha ucuza idare edebiliyorlar. XVIII.yüzyılda buna çiftlik kiralama veya tımar ( fermage ) denirdi. O zamanın hükumetleri vergi toplamakta güçlükler çektiklerinden, özel kişileri bu vergi toplamaya teşvik ederlerdi. Bu tımar sahibi çiftçiler vergi toplamakta ( devlete olan borçlarını ödedikten sonra ) ve parayı kendi hesaplarına kullanmakta özgürdüler. Fransa’da, monarşinin düşüşünden sonra, herkes bu sistemin etkinliğine inanmıştı. Evvela Devleti saygınlıktan düşüren bu sistem, devletin yerine gözü delik bir vurguncuyu koyuyordu; sonra ise, doğru dürüst yönetilen bir vergi sisteminden daha az gelir sağlamaya başlayınca, yükümlü vatandaşların kızgınlığını doğuruyordu.
Bugün XVIII.yüzyıla geri döndüğümüzü söyleyebiliriz: sorumluluk ve yükümlülüklerinden arındırarak devletin saygınlığını yok ettik. İngiltere’de, evvelden ‘kamu hizmeti yetkisi” denen şeye inanan çok az insan bulunur: genel yarar nedeniyle sunulan hizmet de diyebiliriz buna. Böyle bir sorumluluğu yüklenmeye hiçbir arzusu olmadığını kabullenen bir hükumet, modern Devlet’ in temel koyucu özelliklerini de terk ediyor demektir.”(devam edecek)