“Hayatımızda bir şeyler iyi gitmiyor. Son 30 yıl boyunca, maddi çıkarlarımızın peşinde koşmanın şahsi faydasını yücelttik durduk. Bu arayış, kollektif hedeflerimizden bize kalan tek şey. Herşeyin fiyatlarını biliyor, fakat değerlerini bilmiyoruz. Modern hayatta, bencillik ve materyalizm, insanlık durumunun ayrılmaz parçaları. Bize, bugün, çok tabii gelen bir çok şeyin başlangıcı 1980’li yıllar; zenginlik ve refah yaratma takıntısı, özel sektörün yüceltilmesi, zenginler ve yoksullar arasındaki uçurumun derinleşmesi. Bir de bütün bunlara eşlik eden bir söylem: körü körüne serbest piyasaya hayranlık, kamu sektörünü küçümsemek ve sonsuz bir ekonomik büyüme hayali.
Böyle yaşamaya devam edemeyiz. 2008 krizi, bize, hiç bir kurala bağlı olmayan kapitalizmin en büyük düşmanı gene kapitalizm olduğunu hatırlattı. Er veya geç, kendi taşkınlıklarının kurbanı olacak ve Devlet’ i yardıma çağıracaktı. Eğer, hiç bir şey olmamış gibi, kırılan parçaları sadece yapıştırmaya kalkarsak, daha kötü sonuçlarla karşı karşı kalacağız. Buna rağmen, alternatif bir çareyi tasarlayamıyoruz.
Devlet’i yeniden düşünmeli ve Sosyal Demokrasi söylemini yeniden kurgulamalıyız. Sosyal demokratlar, savunmada kalıp, özür dilemekten vazgeçmeliler. Sosyal Demokrasi tasarımı, Devlet’in ve kamu sektörünün rolünün artığı bir toplum modelidir. Koruyucu Devlet, faydalananlar nezdinde, hiç bu kadar revaçta olmamıştı: Avrupa’nın hiç bir ülkesinde, insanlar, kamu sağlık hizmetlerinin, parasız eğitim, kamu taşımacılığı, ve diğer temel kamu hizmetlerinin sökülmesine taraftar değiller. Uzun zamandır, Batı toplumlarında sosyal demokrasiye benzer bir politika izliyoruz, ama biz bu politikanın faydalarını nasıl öveceğimizi unuttuk.
Bu yüzyılın ilk senelerinde, Washington konsansüsü yürürlükteydi. Dünyanın dört bir köşesinde ekonomist ve uzmanlar, zayıf bir vergilendirme, minimum Devlet, kuralsız serbest piyasanın faydalarını anlattılar. Kamu sektörünün yapacağı herşeyi, özel teşebbüsün daha iyi yapabilecegini kuramsallaştırdılar.
Bugün, rüyanın artık son bulduğunu görüyoruz. Ulusal iflasları önlemek ve bankacılık sisteminin çökmemesi için, merkez bankaları keskin bir viraj aldılar, ve kamu imkanlarını ekonomiye istikrar kazandırmak için kullandılar; zararda olan özel sektör teşebbüslerini Devlet kontrolüne geçirdiler. Milton Friedman ve Chicago iktisat okulunu yücelten, inanılmayacak sayıda liberal ekonomist en sonunda suçlarını kabul ederek Keynes’ e sığındılar. Bu belki de taktik bir geri çekilme olabilir. Bununla beraber bizim için çok iyi bir şey oldu bu. Fakat bu bir entellektüel devrim teşkil etmiyor. Aksine: Obama yönetiminin tepkisinden de anlaşıldığı gibi, bu taktik bir gerilemeden başka birşey değil. Evet, krizin neticelerinden biri de, Avrupalıların ‘anglo-sakson model”e olan tutkularını soğutmak oldu. Fakat ilk istifade edenler, Washington’ u taklit etmekten hiç çekinmeyen ortanın sağındaki partiler oldu.
Kısacası, artık bugün, müdahaleci hükumetlere ihtiyaç var. Halbuki, Batı toplumları, prensipler veya ortak yararlar adına kamu sektörünü müdafaa etmekten iğreniyorlar. Buna tanık, finansal kriz sonrasında Avrupa’ da yapılan bir çok seçimlerde sosyal demokrat partilerin elde ettiği içler acısı sonuçlardır. Dünya ekonomisinin çökmesine rağmen, yeni doğan şartlara etkin bir cevap getirebilecek seviyede olduklarını gösteremediler.
Sol düşünce tekrar ciddiye alınmak istiyorsa gerçek sesini bulmak zorunda. Toplumlarda, öfkeye sebep olacak çok olgu var: gelir dağılımı ve gelecekle ilgili eşitsizlikler, sınıf ve kast adaletsizlikleri, içerde ve dışarda ekonomik sömürü, yolsuzluklar, kirli para ve imtiyazlar demokrasinin damarlarını tıkıyor. Parmağını sistemin sorunlarına bastıktan sonra, hiç birşey olmamış gibi, Pontius Pilatus’ vari, neticelere kulak asmadan ellerini yıkamak yetmeyecek. Devlet’ in rolünü yeniden belirlemek zorundayız. Eğer yapmazsak, bunu başkalarının yapacağından şüphemiz olmasın.”(devam edecek)