“Onur bir yana, Atinalılar, yargıca yalvarıp yakararak kişinin kendini bağışlatması doğru bir şey değildir; tersine, yargıcı aydınlatmak, inandırmak gerekir. Çünkü yargıç doğruluğu bir bağış gibi vermek için değil, doğru olarak karar vermek için bulunuyor orada. Görevi kendi dileğine uymak, gönlünü hoş kılmak değil, yasalara göre yargılamaktır. Yalan yere and içmeye alışmamalıyız. Sizi de buna alıştırmamalıyız: çünkü hem biz, hem de siz gücendirmiş oluruz Tanrıları. Öyleyse Atinalılar, onurlu, doğru, dinsel-hele şimdi Meletos’un beni dinsizlikle suçladığı şu sırada-saymadığım davranışlara kalkışacağımı ummayın benden. Öyle ya, yalvarılarımla size kendimi acındırıp, sizi andınızı bozmaya zorlasaydım, tanrıların olmadığına inanmayı öğretmiş olurdum size, kendimi böyle savunarak onların olmadığına inanmayı öğretmiş olurdum size, kendimi böyle savunarak onların olmadığına inanmakla kendi kendimi suçlamış olurdum açıkça. Oysa durum bunun tam tersidir. Gerçekte, tanrıların varlığına, beni suçlayanların hepsinden daha çok inanıyorum, bu yüzden de sizin ve benim için hayırlısı ne ise ona karar vermek üzere size ve tanrıya bırakıyorum işi.”
Sokrates savunmasının sonunu böyle bağlıyordu.
İlkçağ döneminin büyük ve ilginç bir düşünürüdür, Sokrates(M.Ö 469-399)…
Döneminin ünlü düşünürleri ve eserleri onun yetişmesinde çok önemli yol gösterici olmuşlardır. Thales, Heraklit, Thales’in öğrencisi Anaksimandros, Miletli Anaksimenes, İtalyan Parmenides, Doğa felsefesinin önemli düşünürlerinden, Empedokles, Anaksagoras, Demokrit… ve diğerleri…
Sokrates, o da “aydınlanmacı” ancak onun bir yönü daha var, hazır ile yetinmiyor. İnsana yoğunlaşıyor ve düşünüp taşınıyor ve eleştiriyor…
Sokrates’in iki karısı var. Biri Xantip bundan bir oğlu var, diğeri Myrto’dur ki bununla çeyizsiz evlenmiş ve iki oğlu olmuş…
Sokrates yaşamı boyunca hiç seyahat etmedi. Atina kırlarına çıkışı bile çok nadir olurdu. Sokrates için her şey insandan ibaretti. Tüm yaşamını insanları ve kendini incelemekle geçirdiği için dış aleme karşı derin bir ilgi duymuyordu.
Sokrates’in yaşadığı yüzyılda Atina’da ilköğretim hem parasız hem de zorunluydu. Bu nedenle Sokrates okula gönderildi. Cyrenalı Theodor’dan Geometri dersleri aldı. Prodikus’un derslerini izledi, Anaxagor’un doktrinini bu filozofun eserlerinden okudu. Gramer, şiir, astronomi, matematik dersleri aldı ve öğrendi. Babası heykeltraştı. Heykeltraşlık yaptı. Timon ona, “taş cilacısı” adını vermişti. Bu sanat ve sanat okulu Sokrates’i kandıramadı ve içindeki öğrenme aşkı çok öne çıkınca önce Sofistlere karıştı. Parmenides ve Zenon ile görüştü. Öripidle arkadaşlık etti. Fizik hakkında çok önemli bilgiler öğrendi. Fakat, ne suyun, ne havanın, ne ateşin; ne de atomlarda ki çarpışmanın ilk neden olabileceğini, ilk nedenin Tanrısal bir giz(sır) olduğunu öne sürerek düşüncelerine büsbütün başka bir yön verdi. Eflatun, onun kuşkularına Anaxogoras’ın ruh kuramının son verdiğini, başlangıçta düşünmeli bir eleştiri ve telkin evresinden başlayarak özünlü ve orjinal bir dalınç dönemine geçtiğini ve daha sonra oluşu tinsel şekiller ve esaslarla açıklama derecesine yükseldiğini anlatır(Parmenides). Bu dönemde Sokrates çok gençti. Sürekli kendini geliştiriyordu. Xenophon’un deyişiyle Sokrates “kendi kendinin üstadı” oldu.
Sokrates askerlik yaptı. Savaşlara katıldı. Alcibiades’i Potide savaşında, Xenophon’u Delium’da ölümden kurtardı. Potide’deyken, kış mevsimi çok sert geçmesine karşın hiç kimsenin sokağa çıkmaya cesaret edemediği günlerde o çıplak ayaklarıyla ve bol mantosuyla çıkıp dışarıda dolaşır, düşman saflarına yaklaşır saatlerce bakardı.
Oligarşi yönetimindeyken cesaret ve tarafsızlığını koruduğu gibi yaptığı tartışmalarda Atina demokrasisinin büyük kurucularından Themistokles ve Perikles’i yurttaşlarına erdem aşkını telkin etmemekle suçlamış ve sürekli egemenliğin ancak erdemle mümkün olabileceğini ileri sürmüş ve dönemin tüm kötülüklerini sergileyip eleştirmekten de hiç çekinmemiştir. O, Atina’nın en bilge olana güven duymasını istiyordu. Otuz Tiran’ın önünde herkes titreyip dururken Sokrates, Salaminli Leon isimli masum bir adamın idamını isteyen Kritias’ın emrini reddetti.
Demokratlar yönetime gelince, bunlar, Sokrates’in Otuz Tiran yönetimindeki yüksek kişiliğini unuttular. Sokrates, adaleti ve gerçeği tüm iktidarlara, halk ve müstebitlere karşı savunmaktan asla çekinmedi. Siyasal hayatın entrikalarını bilmeyen Sokrates’in hayatında ne okulu, ne de kitabı vardır. Nerede bir kalabalık varsa oraya sokulur, onlarla konuşmaya başlardı. O, insanları seviyordu. İnsanları arıyor ve onlarla her şeyi konuşuyordu. Tüm konuşmalarında dikkat ettiği en önemli nokta ahlaktı, ahlaksal bir yön vermeye özen gösteriyordu. Dargınları barıştırmak, ebeveynine itaat etmeyenleri saygıya ve itaate davet ediyordu. Fakir insanlara servet ve çalışma kaynakları göstermek, onun sürekli işlerinden sayılırdı.
Ağır başlı, kaba yapılı ve ustaca konuşmasını bilen Sokrates, tüm Sofistlerle başa çıkıyor, ve gençleri etkileyebilecek olan her çeşit belagat ve nezakat oyunlarını pek güzel de deneyip uygulayabiliyordu. Sokrates, hem bir diyalektikçi, hem de bir alaycıydı(müstehzi). Bir evliya gibi, bir peygamber gibi mistik bir ruha da sahipti: “Bildiğim bir küçük bilim vardır. O da: ‘Aşk bilimidir’ diyordu. Kendi içinde her zaman Tanrı’nın sesini işittiğini zanneden bu büyük adamın konuşurken sesinin tonuna ve mantığının gücüne dayanılmazdı.
Politika ile uğraşmak isteyen Glokon adında ki genç ile Sokrates, bu iş hakkında şöyle konuşur:
-Saygı görmek istersen Cumhuriyete hizmet etmek zorunda olduğun aşikar değil midir? Ona yapmak istediğin ilk hizmetin ne olduğunu bana söyler misin? Onu yüceltmeye çalışmak istemez misin?
Glokon:
-İsterim.
Sokrates:
-Onu zenginleştirmenin aracısı, ona büyük gelir kaynakları hazırlamak değil midir?
Glokon:
-Kuşkusuz!
Sokrates:
-Şu halde bugün devletin gelir kaynakları nelerdir? Ve bunun miktarını söyler misin?
Glokon:
-Jüpiter’e ant içerim ki ben onu hiç düşünmemiştim.
Sokrates:
-Hiç olmazsa şehrin masrafı nedir onu söyle.
Glokon:
-Ben bu işle de o kadar uğraşmadım.
Sokrates:
-Öyleyse, bari bizim sitenin ve düşmanlarımızın kara ve denizlerdeki kuvvetlerini anlat!
Glokon
-Bunlar hakkında da bir hazırlık yapmadan bir hazırlık yapmadan sana bir şey söylemeyeceğim, Sokrat!
Sokrates:
-Şu halde savaş hakkındaki görüşmelerinizi bırakalım; fakat ben görüyorum ki sen ülkenin savunmasıyla uğraşıyorsun!”
Bir işte olduğu kadar da diğer işlerde yeter derecede hazırlık ve bilgisi olmadığını gören Glokon’a Sokrates, yurdun tüm maden ve buğdaylarından başlayarak devletin gelir ve çıkar kaynaklarını sayar. Hatta bir evin bile tüm ihtiyaçları bilinmedikçe yönetilemeyeceğini, eve hakim olunmayacağını anlatır. “Devlet de böyledir” der; bundan sonra Sokrates, ünlü gülümsemesiyle tartışmasına son verir:
“-Madem ki bu kadar çok aileyle uğraşmak zordur, şu halde niçin hiç olmazsa bunlardan birinde, yani amcanın evinde bunu denemek istemedin?
Glokon:
-Evet, söylediklerimi dinlemiş olsalardı, amcamın ailesine pek yararlı olacaktım!
Sokrates:
-Vah vah!… Demek ki amcanı kandıramadın! Oysa ki sen, tüm Atinalılara ve onların içinde bulunan amcana kendini dinletmek istiyordun!…”
Sokrates çok çirkindi. Yassı alınlı, basık burunlu, her tarafı görebilen öküz bakışlı gözleri vardı. Onu sevenler bile, kendisini kutsal maymuna benzetirlerdi. Eflatun, Şölen’inde: “Sokrates, der, heykeltraşın atelyesinde sergilenen Silenelere (kutsal bir maymun) benzer ki, içini açacak olursanız, kendisinde tanrılıkların hapsedilmiş olduğunu görürsünüz”. Bu çirkin zarfın içinde, “en parlak ve saf güzellikler” gizlidir.”
Sokrates, alay edenlerden nefret eder, kanaatkarlıkla övünür, kimseden para istemezdi. Aristophan, Bulutlar adlı piyesinin bir beytinde, onun hakkında, “Müthiş adam!… Açlıktan ölürken bile dalkavukluk yapamaz” der. Sokrat, temizliğine ve kıyafetlerine hiç dikkat etmezdi. Onun için tek hayır, bilgi; tek şer, bilgisizlikti; zenginlik ve soyluluk da bir onur değil, bir şerdi. Bir köle olan Phedon’un fena yerlerde dolaştığını anlayınca, onu efendisi Kriton’dan satın alarak filozof yapmıştır. Sokrates, bir gün, Oripides’in Oges adlı piyesi oynanırken, sahnede erdemden bahseden sanatçı, ” en iyisi, onu terk etmektir” deyince Sokrat, “İnsan, kaybolan bir kölesini aramak için bir hayli eziyet çekerken erdemin böyle öldürülmesi gülünçtür” diyerek tiyatroyu hemen terkeder. O, gençlere sık sık aynaya bakmalarını salık verir, “eğer güzelseniz, güzelliğe layık olmaya çalışınız; çirkinseniz, bilginiz sayesinde çirkinliğinizi unutturunuz” derdi.
Bir gün evine bazı zengin adamları davet etmiş; yemek için hazırlığı olmayan Xantip şaşırıp kalmış. Sokrates, “boşuna şaşırma; onlar kanaatkar iseler, memnuniyetle sofraya oturacaklardır; fena insanlar ise, tasalanmaya gerek yoktur; zira zahmete değmez” demiş.
“Herkes yemek için yaşıyor, ben ise yaşamak için yiyorum.”
Bir gün Sokrat’a başvuran Echin, “ben fakirim, hiç bir şeyim yok; size bizzat kendimi veriyorum” deyince, büyük filozof; “bunu bana verdiğin sunakların en büyüğü olduğunu hissetmiyor musun? demiş…
Ölüme mahkum edildiği zaman karısı, “haksız yere mahkum edilmiş olduğundan ” ağlayarak şikayet edince, Sokrates, “haklı olarak mahkum edilmemi mi istiyordun?” demiş.
Sokrates, bilginin insanda doğuştan olduğunu, öğretmenin ödevi, öğrenci de esasen var olan bilgileri anımsatmaktan ibaret bulunduğunu kabul ediyordu.
Yaşadığı çağın bilgisizlik ve ahlaksızlığına kurban giden Sokrates için, Xenophon, son satır olarak: “Tüm insanların en bilgesi, en doğrusu işte böyle öldü” der(M.Ö 399). (haftaya devam edecek…)