Bizim gibi “hukuk devleti” ilkelerinin, sistemin tümüne tam otur/a/madığı ülkelerde daha çok göze çarpıyor bu.
Gerek iç gerekse dış hukukta “işimize gelen” bir bakış açısına sahibiz.
Rahmetli Turgut Özal taa kendi zamanında ne demişti:
“Anayasayı bir kez delmekle bir şey olmaz…”
“Benim memurum işini bilir”
Özal öncesi de siyaset sevmezdi hukuku ama tarihe geçen bu sözler, ipin iyice kopmasına sebep oldu hukuk ile siyaset arasında…
Sonra “beğendiğimiz” karar karşısında “en büyük yargı bizim yargı”…
Beğenmediğimiz bir karar sonrası da “yargı siyasete bağ oluyor” denmeye başlandı.
Hukuk devletine uygun olmayan, hukuk ihlallerinin ardı arkasının kesilmediği nice örnek geldi sonra…
Bugünkü manzarada yargı ne yapsa siyasete yaranamaz bir görüntüde.
İşin hazin tarafı siyaset, elindeki gücü, yargının üzerinde kılıç gibi sallandırmaya başladı.
Haliyle sapla saman karıştı.
Yargı pasif hale geldi.
Lakin yine de önce yargının sonra da devletin hukuktan kopmaması gerek.
Kim ne dersin ulusal ve uluslararası hukuk normları ile bir ülkeyi ayakta tutacak tek güç hukuktur.
Hukuk ayağınızın altından kayıp gitti mi elinizde de artık bir şey tutamazsınız demektir.
Maalesef Türkiye, hukuk açısından bu yönden de sınıfta kalıyor. En basit haliyle söyleyelim, İdari Yargı alanında İdare Mahkemeleri’nin, Bölge İdare Mahkemelerinin ve Danıştay’ın verdiği nice karar idare tarafından uygulanmıyor.
Her gün karşımıza çıkan santral veya maden arama faaliyetlerini durduran mahkeme kararlarına rağmen bir şey oluyor mu, mahkeme kararlarına uyuluyor ve kararlar uygulanıyor mu; çoğu kez hayır.
Ne yazık ki hayır!
O nedenle kendi mahkemesinin kararına uymayan, işine geldiğini uygulayan işine gelmediğini es geçen bir idarenin AİHM kararlarını uygulamaması şaşırtıcı mı?
Değil elbet.
Oysa uluslararası antlaşmalar hukuk devletinin tam anlamıyla işlerliğinin olduğu ülkelerde iç mevzuattan daha üst hukuk normudur. Türkiye’de de aslına bakarsanız uluslararası antlaşmalar, usulüne uygun TBMM’nde onaylanarak yürürlüğe girdikten sonra anayasadan sonra yer alan ikinci üst hukuk normu haline gelir ve kanunların dahi üzerinde yer alır.
O nedenle bir devletin uluslararası hukuk çerçevesinde imzaladığı, yürürlüğe soktuğu sözleşme ve anlaşmalar o devlet açısından bağlayıcıdır.
Devletler iç siyasi saiklerle ve kendi yapılarından kaynaklanan özel durumlardan ötürü bazen uluslararası antlaşmaları, sözleşmeleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamayı es geçebilmektedirler. Ancak bu hal, o devletin uluslararası alandaki saygınlığına ve uluslararası platformlardaki ağırlığına gölge düşürür.
Bizde siyasiler sık sık AİHM’ne de kızarlar, çatarlar.
Bu “kızma ve çatma” olaylarının haklı yönleri de vardır kuşkusuz. Bazen AİHM de önündeki olay veya dava hakkında taraflı karar verebilir.
Böyle bir durumda AİHM’nin kendi üst itiraz yollarına gidilerek gereken savunma veya itirazlar dile getirilmelidir. Ancak karşımızda sürecin nihayetinde kesin bir karar var ise, son nokta konarak AİHS kapsamında son söylenecek söz de söylenmişse hukuk devletinden beklenen o karara uyulmasıdır.
Beğenilmeyen karar karşısında “AİHM’nin kararlarını başka ülkeler de bazen uygulamayabiliyor” şeklindeki bir “uygulamıyorum” gerekçesi ise kabul edilebilir değildir.
Kötü örnek emsal olmaz.
Yanlış uygulama örnek alınmaz.
Hukuk bu şekilde olaya göre, kişiye göre çekiştirilirse o zaman hukuk güvenliği tehlikeye girer.
Hukukun her daim arkasında olması gereken ve saygıyı da ön planda tutması gereken devletin idarecileri eğer hukuku böylesine işin içinden çıkılamaz derecede siyasetin içine çekerlerse o zaman bu kötü örnek, direkt siyasiler tarafından vatandaşa da örnek olarak gösterilen bir olumsuzluk niteliğini alır.
Gerisi ne derseniz eğer…
Hukukun bittiği noktaya gelinir.
Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay gibi yüksek yargı organları dahi artık “hukuk” derken “siyasi” endişeye girmeye başlamışlarsa artık hukukun sonuna gelinmiş demektir.
Bunun ötesi hukukun karanlıkta kaybolmasıdır.
Karanlığa düşen hukuk ile beraber çok kısa süre içinde ülkenin tümü de karanlığa meyleder.
Yani…
Sonrası…
Yandı gülüm keten helvadır…