Okuduğum bir kitaptan aklımda kalanlar…
İnsanoğlu bu dünyada saadeti isteyerek isyan etmiş ve ikiye ayrılmış. Bir taraf saadeti sosyal adalet ve insanlar arası eşitlikte görürken diğer taraf onu kişisel zenginlikte ve yaygın üretimde gördü. Bu iki grup arasındaki anlaşmazlık giderek büyüdü ve ortaya çıkardıkları gürültü gökyüzüne ulaştı. Melekler araya girdi ve saadet uğruna dünyayı mahvedecekler! Yücelerden gelen ses onlara,
-İstediklerini verin! dedi.
O vakit yeryüzünde bolluk ve bereket oldu. İnsanlar arasındaki farklar silindi, her fert zengin ve varlıklı oldu. Ne zalim, ne hasta, ne mazlum, ne sağlıklı kaldı… Herkes sıhhat, refah, esenlik ve afiyet içindeydi. Bir süre böyle geçti. Ne kendisi için çabalayacakları bir arzu, ne de kendisinden şikayet edecekleri bir durum. Saadet böyle bir şey olmalıydı. Bir gün biri çıkıp
-Ya sonra? dedi..
Bu söz birden karşılığını buldu ve herkes bu sesi söylemeye başladı…
-Ya sonra?… Ya sonra?…
Durumlarını düşünmeye başladılar…
Yarın olmayacak mı? Eğer içinde bir şey olmayacaksa yarının ne değeri var ki?
Olması gereken şey neydi? Özgürlük… Zenginlik… Sağlık… Her şey gerçekleşmişti…
Yarın! Yarın yoktu…
Bu olacak şey değildi?
Yarın yoksa ümit de yoktu…
Yarın yoksa mücadele de yoktu…
Yarın yoksa iş, aş kaygısı da yoktu…
Yarının yok olması öyle yankı buldu ki bir anda yaşayan bütün insanoğlu bunu diline doladı.
Şikayet edecekleri bir sorunları vardı…
Tutsak olduklarının farkına varmışlardı. Saadetlerinin tutsağı idiler. Bu yarınsız yaşam onları bir anda çok mutsuz etmişti. İnsanoğlu yarınlar için yaratılmıştı. Yarın onlara o günkü çalışmalarının meyvesi olan bir şeyi versin diye yaratılmıştı. Yarın onların gözünde ilerlemenin sembolüydü oysa şimdi durmuşlardı. Durmak demek ölüm demekti… O zaman kendileri de saadetlerinin mezarlarında yatan ölülerdi…
Gökyüzüne baktılar…
Gökyüzü onlara saadet yerine ölüm mü vermişti?
Yoksa saadet bir tür ölüm müydü?
Ölüler ne şikayet eder ne de isyan ederdi.
Ölmek istemiyorlardı. Şikayet eden seslerini çoğaltarak gökyüzüne duyurmaya çalıştılar…
-Ey gökyüzü! Bize acı, merhamet et! Bizden saadeti al!
Yücelerden bir ses duydular:
-Fakirlik mi istiyorsunuz?
Bir ağızdan,
-Evet! Zenginlik için çalışalım! dediler.
O ses devam etti:
-Hastalık mı istiyorsunuz?
Bir ağızdan,
-Evet! Hastalığa karşı koyalım! dediler.
O ses devam etti:
-Kölelik mi istiyorsunuz?
Bir ağızdan,
-Evet! Özgürlük için mücadele edelim! dediler.
O ses devam etti:
-Peki! yine şikayet edecek misiniz?
Bir ağızdan,
-Evet! Şikayete başlayacağız; onunla istiyor, ümit ediyor ve çalışıyoruz. İstekle, ümitle ve çalışmayla ilerliyor ve gelişiyoruz. İlerleme ve gelişme sayesinde de dünümüz, bugünümüz ve yarınımız oluyor. Dün, bugün ve yarınla da yaşıyoruz! Yaşıyoruz, diye bağırdılar…
O ses devam etti:
-Ya saadet, diye sordu.
Bir ağızdan hep birlikte;
-O bize dışarıdan değil içlerimizden gelecek, dediler.
Bunun üzerine o kısılan ve yükselen ses:
-“Herhalde şimdi yaratıcının hikmetini anladınız!” dedi…
Diyeceğim o ki dostlarım, yeni yılınız da şikayetleriniz azalmasın…
Şikayet insana bir amaç sunar…
Şikayet insana yaşama aşkı sunar.
Şikayet insana insan olduğunu hatırlatır.
Şikayetlerinizin yaşamınıza zenginlik, emek ve huzur katması diliyorum.
Unutmayın şikayet edenler, bulundukları yere değer katılması anlamında çok şey yaparlar. Şikayet etmeyenler, sadece izlerler. İzleyen insanlar yeryüzünün kötüye gitmesinden birinci derece de sorumludurlar.
İnsan, şikayet ettiği ölçü de vardır… Şikayet hakkını kullanmak bireyin toplum hayatında sürüye dahil olmama iradesidir. Sürüye dahil olan insan unutma, kötülüğün gelişmesine katkı da bulunur. Şikayet demek, soru sormak ve soruşturmak demektir…
Şikayet Et…
Yaşamına değer kat…
Sevgi ve saygılarımla…
*Kitabın adı, “Sanat Üzerine” Tevfik El-Hakim