Ülkemizdeki hatta dünyadaki olumsuz gelişmeler, adil olmayan ekonomik koşullar, iş stresi, ilişkilerdeki sorunlar, gelecek kaygısı ve korku içinde güvensiz bir yaşam gibi sebeplerle negatif düşüncelere kapılıyor ve şikâyet ediyoruz.
Başka bir ifade ile bir şeyler yolunda gitmiyor veya beklentilerimiz istediğimiz şekilde karşılanmıyorsa, hoşnutsuzluğumuzu dile getirmek için şikâyet etme yolunu seçiyoruz.
Ancak burada söz konusu olan; sorunu düzeltmek veya çözüm bulmak amacı ile yapılan şikâyetler değil. Aksine hiçbir şeyden memnun olmayıp çözüm bulma çabası yerine sürekli şikâyet etmek, birilerinin çözüm üretmesini bekleyerek sorumluluktan kaçmak, bu davranışı ilgi ve iletişim yolu olarak kullanmak ve bu davranıştan beslenmek.
Yani özgüveni ve problem çözme becerisi düşük olan ve hataları ile yüzleşmekten kaçınan kişilerin tercih ettiği kolay bir yol olan, şikâyet etme davranışı.
Eskiden şikâyetçi olduğum konulara çözüm bulma eğiliminde iken şimdi ben de sadece zihninde eleştiren ve bazen yazıya döken bir seyirci durumundayım. Özellikle son zamanlarda çevremdeki hemen herkesin yaşamı, sürekli bir şeylerden şikâyet ederek geçiyor. Ve uzmanlar bu durumun hiç de masum olmadığını söylüyorlar.
Nedeni ise; sürekli şikâyet etmenin beyin ve ruh sağlığına zarar veriyor olması. Çünkü sürekli söylenmek veya başkalarının olumsuz cümlelerini dinlemek, beynin hafıza merkezini olumsuz yönde etkilediği için olumsuz düşünme olasılığını artırıyormuş.
Girişimci, yazar ve motivasyon konuşmacısı Jim Rohn, “En çok zaman geçirdiğimiz beş kişinin ortalamasıyız” diyor. Yani sürekli şikâyet edenlerle birlikte zaman geçirildiğinde, bu davranış virüs gibi diğerlerine de sirayet ediyor. Bu arada tecrübe ile sabit olduğu için bu tespite tamamen katıldığımı söyleyebilirim.
Peki, sürekli şikâyet etme davranışının; özgüven eksikliği, kötümser bakış açısı veya kendi hatalarını kapatmaya yönelik savunma ile ilgili olabileceğini hiç düşündünüz mü?
Bir kişinin hatalarını kapatmak için bu yöntemi kullanması pek zekice doğrusu ancak bakın uzmanlar bu konuda ne diyor.
“Sorunun nereden kaynaklandığı ile ilgili kendinize dönmekten kaçınıyorsanız, bu süreklilik arz eder ve bir süre sonra kontrolün kendinizde olmadığını algılar tüm sorunların kaynağını başkalarında bulmaya başlarsınız.
Her kişilik özelliğinin kendine göre şikâyet etme nedeni vardır ancak bu durum özgüveni, iç kontrol odağı ve problem çözme becerisi yeterli olan kişilerde görülmez.
Narsisist kişiler, sürekli haklı olduklarını, her şeyin hep en iyisini hak ettiklerini düşündükleri ve her zaman en iyiyi kendilerinin bildiklerine inandıkları için,
Obsesif kişiler, işlerin kendi istedikleri şekilde ilerlemediğini, olması gerektiği gibi yapılmadığını ve olayların kendi kontrollerinden çıktığını düşündükleri için,
Paranoid kişiler ise, diğer insanlara güvensizlikleri yüzünden onları düşman olarak algılayıp yalnız kaldıkları için sürekli başkalarını suçlar ve şikâyet ederler”
Bir zamanlar Obsesif bir kişiliğim vardı ve yolunda gitmeyen veya doğru yapılmayan şeyleri düzeltme ya da çözüm bulma çabası içinde bir hayli yordum kendimi. Oysa cehalet konusunda tescillenen ülkemizde, Narsist kişilik özelliği daha çok itibar görüyor değil mi? Neyse, konuyu dağıtmayayım.
Peki, ne yapabiliriz?
Öncelikle bu durumun normal bir davranış olmadığının farkına varmak önemli ve sonraki adım konunun uzmanından yardım almak.
Ya da şikâyet etmeye başladığımız anda kısa bir mola verip, şikâyet ettiğimiz konuların bizim için ne kadar önemli olduklarını, bu davranışımızı nelerin tetiklediğini, o anda ve daha sonra bedensel ve ruhsal olarak bize neler hissettirdiğini gözden geçirebiliriz.
Eğer şikâyet konusu bizim için gerçekten önemli ise o zaman söylenmeyi bırakıp bir an önce çözüme odaklanabilir ve harekete geçebiliriz.
Veya Jim Rohn’a kulak verip, sürekli şikâyetlerin paylaşıldığı ortamlardan kendi ruh sağlığımız için uzak durabiliriz.
Çünkü “Şikâyet çözüm üretmez, harekete geçmek lazım”