Benim kahramanım hep öğretmenlerim oldu. Değerli olduğumu, başarabileceğimi, zorluklar karşısında teslim olmamam gerektiğini hep onlardan öğrendim. Kaderin cilvesi, izlerinden giderek bende öğretmen oldum. Onlardan temel olarak öğrendiğim, bu mesleğin hayatlar üzerinde mucizevi etkilerinin olduğu…Biliyorum ki elimdeki sihirli değnek ile hayatları değiştirebilir, öğrencilerime ömürleri boyunca kullanacakları armağanlar verebilirim.
Ancak o sihirli değneği kullanmak maharet işi. Yanlış ellerdeyse insan öğütme makinesi gibi önüne geleni harcar. Eğer doğru ellerdeyse hayatlar kurtulur, mucizeler gerçekleşir, olmazlar olur. Bu yüzden gelişime açık olmalı tüm eğitimciler. Hayat değiştirmek için önce kendimizin değişmesi ve gelişmesi gerekir. Bilmeliyiz ki kendimize yetmeden başkasına artamayız…
Meslek hayatım boyunca birçok değerli eğitimci ile çalıştım. Sabırla ve aşkla icra ettikleri mesleklerinde öğrencilerine harika bir gelecek için nasıl çabaladıklarını gözlerimle gördüm. Yeri geldi dost meclislerinde onları anlattım, yeri geldi kitaplarımda yazdım. İmkan olsa da öğrencileri için verdikleri mücadeleyi bir bir yazıya döksem, mucizevi hikayelerini topluma aktarsam. Belli mi olur, günün birinde tanıdığım, hatta methini duyduğum eğitimcileri yazarım. Kitabın ismi de şimdiden hazır: Sihirli Değnek…
İşte o mucize hikayelerinden biri… Şırnak İdil Lisesi’nde birlikte görev yapma şansına eriştiğim değerli meslektaşım Bekir Koç’tan geliyor…
“Meslekte 2. yılım, Kahramanmaraş’a bağlı Seyrantepe İlköğretim Okulunda çalışıyorum. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü kız öğrenciler arasında voleybol turnuvası düzenlemiş. Okulda beden eğitimi öğretmeni olmadığı için derslere ben giriyorum ama voleyboldan bir haberim. Turnuvaya da katılmak icap ediyor.
Amacım köy çocuklarına biraz özgüven sağlamak, yoksa bir bahane bulup işten sıyrılabilirdim. Öncelikle kuralları öğrenmekle işe başladım. Ancak kağıt üzerinde ki voleybol bilgisinin bir anlamı yok. 23 öğrenci belirleyip öğle arasında voleybol oynamaya başladık. Kuralları öğrendikçe ve oynadıkça çocukların büyük keyif aldıklarını gördüm. Daha sonra sayıyı düşürdüm ve yetenekli olanlarla takımımızı oluşturduk.
Turnuva başlayana kadar olan sürede öğle arası yapılan keyifli antremanlara öğretmenlerde katılmaya başladı. Öğretmenlerine karşı oynayan köy çocuklarının kendilerini gösterme çabası görülmeye değerdi. Kendilerini yerden yere atan, zor topları oyuna çeviren çocukların gelişimi beni bile çok şaşırtıyordu.
Maç günü gelip çattı. Okul müdürü, uzun zaman sonra okulunun böyle bir organizasyonda yer almasında dolayı mutluydu. Ancak takıma, üst tura çıkamayız ama maksat turnuvaya katılmak gibisinden umutsuzca konuşması, bana ve öğrencilerine güvenmemesi üzücüydü. ilk maç ta kenarda nasıl oyun yönetileceğinden de habersiz olduğum için maç boyu sadece oyuncuları izlemekle yetindim. Maç sonrası sesimin kısılmasının nedeni, kazandıktan sonra kendimi kaybetmem ve sevinç çığlıkları atmamdı. Dünyalar benim oldu ama asıl mutluluğum çocuklarımın yaşadığı harika duygulardı.
İkinci maç, çeyrek final, yarı final derken kendimizi finalde bulduk. Final oynayacağımız okul ilçenin en prestijli okuluydu. Tabi herkes favori olarak rakibimizi görüyor ve bize hiç şans vermiyordu. Ancak karşılarında da kazandıkça kendilerini bulan, özgüvenleri tavan yapmış köylü çocukları vardı. Turnuva ile birlikte başarısızlığı kader olarak görmekten vazgeçen çocuklarım final maçını da kazanarak hem kendilerine hem de köydeki diğer çocuklara büyük bir gurur yaşattılar. Maç sonrası onların sevinçlerini izlerken, görevimi yapmanın huzurunu da sonuna kadar yaşıyordum.”
İşte her eğitimcinin böyle bir hikayesi olsa bu ülkenin harika bir geleceği olacak.