Ülkemizde gün batımının en güzel izlendiği yerlerden birisi de Ayvalık’ta bulunan ve Şeytan Sofrası diye anılan kayalıklar üzerindeki tepedir.
Sıcak yaz akşamlarında püfür püfür esen rüzgâr ve kızıla çalan gökyüzü eşliğinde, turkuazdan laciverte dönen Ege Denizi’nin üstünde bir yandan Midilli Adası’nı bir yandan Ayvalık’ın irili ufaklı sıralanmış adalarını izlemenin keyfini kelimelerle tarif etmek yetersiz kalır. Çünkü o ana tanık olduğunuzda ruhunuzun hissettiklerini de bu tarife eklemelisiniz ki bu muhteşem manzara anlam kazansın.
Küllenmiş bir lav birikintisinden oluşan bu tepede rivayete göre; 16. yüzyılda kiliseden kovulan bir Rum münzevi uzun yıllar burada yalnız yaşamış. Münzevinin insanlardan uzakta yaşam sürmesinden rahatsız olan halk ona Penelope lakabını takmış.
Gel zaman git zaman kentte kuraklık baş göstermiş. Halk bu kuraklığın, kiliseye karşı geldiği için şeytan olduğunu düşündükleri Penelope yüzünden olduğunu sanarak onu öldürmeye karar vermiş.
Öfkeli halkın tepeye doğru yaklaştığını gören münzevi, geldiklerinde onları oyalamak ve kaçmak için krallara layık bir sofra hazırlamış.
Kuraklık yüzünden aylarca aç kalan halk, kuş sütü eksik sofrayı görünce öfkesini de amacını da unutmuş. Onlar eşsiz manzara karşısında yemeklerin tadını çıkarırken Penelope gizlice kaçıp kurtulmuş.
Canını kurtaran şeytan kaçarken efsaneye konu olsun diye ayak izini bırakmayı ihmal etmemiş. Efsaneye göre şeytanın üç tane ayağının olduğuna inanılıyormuş. Ayak izlerinden birisi bu tepede, diğeri Midilli Adası’nda, üçüncüsü de İda Dağı’nın eteklerinde. İşte o günden sonra bu tepe Şeytan Sofrası, bıraktığı iz de Şeytanın Ayak İzi olarak anılmaya başlamış.
Bir başka mite göre; Zeus’un sütannesi olan ve Kaz Dağları’na adını veren İda, oğlunu korumak için şeytanı gökyüzünden kovmuş ve şeytan kaçarken ayak izlerini bırakmış.
Özellikle yaz aylarında yoğun ziyaretçisi olan ve etrafı demir kafesle çevrili dev bir ayak şeklindeki bu çukura, dileklerinin gerçekleşmesini isteyenler madeni para atıyor ve demirlere de genelde kırmızı kurdele bağlıyorlar.
Ne komik ve üzücü bir inanıştır ki insanlık şeytan olduğuna inanılan şahsiyetten bile medet umuyor. Efsaneyi dinlediğimde aklımdan geçirdiğim ilk şey “İçimizdeki Şeytan” olmuştu.
Zira bu mitte, insanlardan uzak yalnız yaşayan bir münzevi mi yoksa sırf kiliseye karşı geldi diye şeytan olarak yaftaladıkları münzeviyi, kuraklığın sebebi olarak görüp öldürmek isteyen halk mı şeytan olmalıydı?
İnsanlık varoluşundan beri her türlü kötülüğü yaptıran bu şeytanı neden bir türlü kovamıyor ve bu şeytan asırlardır milyonlarca kişi tarafından taşlanmasına rağmen hala insanları kandırmaya devam ediyor?
Yoksa bunca kötülüğün kılıfı mıdır şeytan? Kaldı ki Âdem ile Havva’dan beri onu gören de olmamış.
Belki de bu mit bize, “İçinizdeki kötü duyguları besleyip çoğaltırsanız şeytanın sofrası orası olur. Doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayıramazsanız şeytanın ayak izini takip edersiniz” gibi mesajlar veriyordur kim bilir?
Okumak, düşünmek, anlamak ve yorumlamak… Farklı bir bakış açısı kazanmanın tam da zamanı bence.