*Şeyh Bedreddin’in kemikleri, 1924 yılında İstanbul’a getirildi. Bu kemikler, 1961 yılındaysa alınan bir kararla Çemberlitaş’ta bulunan Sultan Mahmut Türbesi’ne gömülmüştür.
*Şeyh Bedreddin’in 25’e yakın eserinin olduğu belirtilmiştir. Bedreddin’in en önemli, en kalıcı ve en etkileyici eseri Varidat’tır.
*Zamanın dini uleması, İran’lı Mevlana Haydar Acemi’den, Bedreddin’in öldürülmesiyle ilgili fetva aldırtır. Söz konusu fetvada “Şer’an katli helal, ama malı haramdır” kararı verilir. Yani şeriat’a (dine) göre Bedreddin öldürülmelidir ama malı da yenmemelidir diyen bu karar üzerine, Bedreddin, Serez’de bir nalbant dükkânı önünde hazırlanan idam sehpasına götürülür. Üzerinde ki elbisesi çıkarılır. Çırılçıplak bir durumda asılarak idam edilir. Daha sonra da taraftarları, Bedreddin’in cesedini Serez’de bir türbeye gömer.
*Bedreddin, düşüncesinin temelini Kuran’a dayandırmıştır. Bedreddin’e göre, sorun Kuran’da değildi, Kuran’ı yanlış algılayan ve yanlış yorumlayan görüşlerdeydi. Kuran’a biçimsel bakanlar, onun özünü anlamamaktadırlar. Oysa gerçek olan bir şeyin özüdür. O özü anlamak için de derin bilgiye gereksinim vardır. Şeyh Bedreddin, sözünü ettiği derin bilgiye tasavvufla ulaşmıştır.
“Bedreddin, bir hukukçu, bir âlim ve çağının önemli düşünürlerinden birisidir. Bilime âşık bir insandır. O dönemde, bilim ancak, bilimin egemen olduğu alanlara gidilerek öğrenilebiliniyordu. Bedreddin’de bunun için önce Konya’ya, Bursa’ya, Aksaray’a, sonraları da Mısır’a gitmiştir. Kahire, Bağdat ve Tebriz’i dolaşmıştır.
*Görüşlerinde Platon’un, Muhyiddin Arabî’nin, Hallac-ı Mansur’un, Ömer Hayyam’ın vs. etkisi görülür.
“Şeyh Bedreddin’in fıkıh, mutasavvıf, kazasker (yönetici) ve siyasi olmak üzere dört kimliği vardır.”
“Buna göre, başlangıçta Sünni bir eğitim alan ve İslam Hukukunu iyi bilen; İslam’ın inanç kaynaklarını ve felsefesini derinlemesine inceleyen biridir.
Bedreddin, daha sonra aldığı eğitimlerle Tasavvuf ve Bâtıniliği içselleştirmiş ve bu değerleri temel öğretisi konumuna getirmiştir.
*Bedreddin, bir yandan hukuk bilgisiyle devletin en üst makamında yer almış ve “ortaklaşacı” bir toplum modelini savunmuş ve özellikle bu konuda cesur ve korkusuz görüşleriyle toplumu etkilemiş bir teorisyendir.
*Şeyh Bedreddin, tüm bunların ötesinde yalnızca bir teorisyen değil, aynı zamanda bir eylem insanıdır. Tüm bu özellikler birleşince Bedreddin, yetkinliği ve ululuğu hak eden bir bilge olmayı hak etmiş bir insandır.
*Süreç içinde, Sünniliği ve onun hukuk anlayışını (Şeriatı) dışlayan, öteleyen ve yadsıyan Bedreddin, eşitlikçi-paylaşımcı anlayışın inancı olan Bâtıniliğe yönelmiştir.
*Dünyanın yaşanılır bir yer, öbür dünyanın ise bir yanılgı ve özlem olduğunu belirterek, en güzel değerlerin dünyada var edilmesi gerektiğini savunmuştur.
*Şeyh Bedreddin, Vahdet-i Vücud’a karşın, Vahdet-i Mevcutçudur. ( Özetlenmiş alıntıdır.)
……
Hallac-ı Mansur, Şeytan’ı yüceltir. Ona göre, iyiyi tanımak için, kötüyü bilmek gerekir. Şeytan, insanları bu yönde eğitmektedir. Yezidiler, Mansur’a büyük saygı duyarlar. Yezidilerin bir inancına göre: «Hallac-ı Mansur idam edildiğinde ruhu, bedeninden ayrıldı ve suların üzerinde uçmaya koyuldu. Rastlantı sonucu, kız kardeşi, su almaya geldi; testisini Dicle’nin suyundan doldurdu; erkek kardeşinin bu testiye girdiğini farketmedi; eve döndüğünde susadı ve bu testiden su içti. Böylece Mansur’un ruhu, onun bedenine girdi; önce onun erkek kardeşi iken, şimdi oğlu oldu. Bu olaydan dolayı Yezidiler, ağzı tülbentle kapalı olmadıkça hiçbir dar ağızlı kaba su doldurup bundan içmezler.»
Hallac-ı Mansur’un yaşamının özünü özetleyen “enelhak” çıkışı devamında Mevlana’da “okyanus” ile tanımlanmış ve onu da Yunus Emre, Nesimî, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal ve diğerleri izlemiştir.
….
Sokrates ile Hallac-ı Mansur’un kaderi bir noktada birleşir. Her ikisi de soru sormayla başlamışlar. Soru sorma; sorgulamayı, sorgulamada kişiyi sorgulayıcı konumuna getirir. Sokrates’in başlangıçta sorduğu sorular, giderek büyümüş ve yönetenleri rahatsız eder konuma getirmiş. Böyle olunca da önüne ya bu sevdadan vazgeç yada bu baldıran zehiri iç diyerek iki seçenek koymuşlar…
Hallac-ı Mahsur’un da yıllar süren iç yolculuğu sonunda pazar yerinin en kalabalık köşesinde herkesin duyabileceği şekilde “En-el Hak!” diye bağırması yani “ben gerçeğim” demesiyle ortalık çalkalandı. Hallac hemen tutuklandı. 8 yıl tutuklu kaldı. Her seferinde bu düşüncesinden vazgeçmesi, tövbe etmesi kendisine önerildi. Tutucu din otoritesinin baskısıyla Abbasi halifesi Muktedir, bir insana yapılabilecek en ağır işkenceyi yapmasına rağmen Hallac, acıdan bağırmadı, gülümseyerek son nefesine kadar “En-el Hak!” demeyi sürdürdü.
Hallac-ı Mansur, “En-el Hak!” demekle ne demek istemişti…
Bununda yanıtını hem sufi hem de gelenekçi eşarici (tuhaf ama işin gerçeği bu) olan İmam Gazali versin: “Gazali, Hallac-ı kendi özünün, ilahi varlığın özü ile bir olduğu bir ruhsal düzeye ulaşmış olduğunu iddia ettiği için eleştirmedi. O ve diğerleri Hallac’ın gizli olması gereken bir şeyi herkese açıklamış olduğuna itiraz ediyordu.”
Hallac’ın suçu, rahatsız edici beyanının küfür niteliğinde olması değildi, ne demek istediğini anlayamayacak olanlara düşünmeden beyanda bulunmuş olmasıydı. Sufi öğretisi hazırlıksız olana yada ruhsal açıdan olgunlaşmamış olana açıklanamaz.
Yönetenlerin yönetebilmesi için her zaman cahile ihtiyaçları vardır… Cahil kimdir, sorusuna gelince düşünme yetisi olmayan yada düşünme deneyimi olmayan yani biat kültürünün önüne koymuş olduğu yemeği hiç sorgulamadan yiyen kişidir…
….
Özetle her insan bir dünyadır. Yani sen varsan ve nefes alıyorsan dünya vardır, sen yoksan yani ölüysen dünya yoktur…
Kendini bil! Kendini sorgula… Soru sormaktan asla vazgeçme…
Para ile satın aldıklarına değil paranın gücünün yetmediği şeylere değer vermeyi öğren…
Tek kitaplı olmanızı isteyenden kaçının, kitap okumaktan korkmayın, nitelikli bilginin peşinden koşun…
Meraklı insan olun ve kendinizden önceki dönemde yaşanılanları ve yazılanları öğrenmeye ve okumaya çalışın…
Bunları yapmadığınız sürece ettiğiniz duanın yada yaptığınız ibadetin bir faydası olmaz.
Unutmayalım ki; “Kişinin dini akıldır; aklı olmayanın dini yoktur.”(Hadis)
Unutmayalım ki; aklını kendi kullanmayanın ne dini inancı kabul görür ne de insanlığı….
Unutmayalım ki; “Anlamını düşünmeden Kur’an okumakta hayır yoktur.” (Hadis)
Unutmayalım ki; Müslümanlık bir erdemlilik dinidir.
O halde insan olmadan, insani değer taşıyan; özgürlük, eşitlik, kardeşlik, hukuka bağlılık, sevgi, saygı, adalet, hoşgörü ve dayanışma gibi bütün insanlar için ortak değer taşıyan bu kavramların özünü içimizde taşımadan yapacağımız ibadetlerinde bir anlamı olmayacaktır.
….
“Seçenekleri yaratan, seçenin kendisi değilse eğer bu köleliktir..”(Hallac-ı Mansur)”
“Tevekkül, bir şehirde yemek yemeye senden daha muhtaç olan birisinin bulunduğunu bildiğin zaman yemek yememendir!” Hallac-ı Mansur
….
“Hakikat bize insanIarı varlıkIarına, dinlerine, dillerine göre ayırmamızı değil, birleştirmemizi buyurur.”
“Ay ve güneş herkesin lambasıdır, hava herkesin havasıdır, şu herkesin suyudur. Ekmek neden herkesin ekmeği değildir?”
“Yârin yanağından gayri her şeyde, her yerde, hep beraber!”
“Başka halklar üzerinde baskı uygulamak, özünde kendi halkı üzerindeki baskıyı gizlemeye ve unutturmaya yöneliktir.”
(Şeyh Bedreddin)
Sevgi ve saygıyla ve rahmetle anıyorum…
Sevgi ve saygılarımla…