Sevan Nişanyan, 1956 doğumlu bir dilci, yazar, gazeteci. İlk eşi, üç çocuğunun annesi, Müjde Nişanyan’ın ifadesiyle; çok iyi bir hatip, felsefe, resim, klasik müzik, matematik, siyaset, satranç, altı yabancı dil bilen, yemek yerken sofradaki ekmekle kavga eden “müthiş derin bir adam”.
Kamuoyunda; kaçak yapıdan dolayı hapse mahkûm edilen, etimoloji sözlüğü yazan, Latince dâhil birçok dil bilen, hapisten kaçıp Yunanistan’a iltica eden, özellikle de kovada biriktirdiği dışkısını, üç çocuğunun annesi on yedi yıllık eşinin başından aşağı boca eden kişi olarak tanınıyor.
Nişanyan’ın karşı olduğu, büyük tepki duyduğu, en ağır sözcüklerle hakaret ettiği kişi ve kurumların sayısı bir hayli fazla. Bunların başında Atatürk geliyor. İnönü, Nazım Hikmet, Namık Kemal, Talat Paşa, son dönem kumpasa uğrayan genel kurmay başkanları, generaller vb. de Nişanyan’ın nefretinden nasibini alanlar. Kurum olarak da cumhuriyetçi, ilerici ordu mensupları, Cumhuriyet yönetimi (özellikle Atatürk dönemi), Türk Dil Kurumu hedef tahtasına koyduklarından.
Atatürk ve Dil Devrimi’ne katkıda bulunanlar için, “Yaptıkları rakı ile açıklanamaz, mutlaka başka şeyler de kullanıyorlar,” diyen; Nazım Hikmet için, “Saftirik bir şair…” ifadesini kullanan bir yazar.
Sevan Nişanyan bir zamanların ünlü Taraf gazetesinde her gün yazıları çıkan bir gazeteci. Dil, Dİl Devrimi, Atatürk, Cumhuriyet, siyaset üzerine çok iddialı yazılar yazmış. Bu fıkralar daha sonra Kelimebaz adlı bir kitapta toplanmış.
Taraf gazetesini halkımız Haziran 2009’da “AKP’yi ve Gülen’i Bitirme Planı” adlı sansasyonel iddiasıyla anımsar. İlker Başbuğ’a hitaben “Tehdidi Bırak Hesap Ver” başlıklı sayısı da akıllardadır. “Fatih Camii Bombalanacaktı”, “İki Yüz Bin Kişiye Tutuklama”, “21 Milyon Kişi Fişlenmiş”, “Balyoz Kozmik Odada Gizlenmiş”, “Ergenekon’un Üçüncü Darbe Planı” gibi başlıkları da o günlere ait. Kısacası orduya karşı girişilen kumpasın odak noktası bir gazete (!).
İşte Sevan Nişanyan bu tarihlerde Taraf gazetesinin en sevilen silahşorlarından. Biz bu yazıda Nişanyan’ın yalnızca Atatürk, Türkçe, Dil Devrimi, Osmanlıca konusunda yazdıklarından örnekler sunmak istedik. Gerçi bu yazılarla okur ilk kez karşılaşmıyor. Dille ilgili olarak yazdıkları daha önce Nazlı Ilıcak’ın Tercüman’ında vb. yayın organlarında Ahmet Kabaklı ve benzerlerinin yazdıklarından çok farklı değil. Ama eskiden pek söylenemeyenleri de ortam gereği daha rahat ifade ediyor.
Geçmişi unutmamak için (unutmamak “adına” değil) Nişanyan’ın yazdıklarını anımsamakta yarar var.
Ne diyordu Ahmed Arif “Adiloş Bebe” şiirinde:
“Tanı bunları bebek, tanı da büyü!”
(Alıntılardaki anlatım bozukluklarına, yazım kuralları ve noktalama işaretleriyle ilgili yanlışlıklara dokunmadık.)
Nişanyan’ın, Kenan Evren öncesi Türk Dil Kurumu hakkındaki karalamaları, bir zamanların tutucu yazarlarının söylediklerinin tekrarı. Tarama Sözlüğü, Derleme Sözlüğü hazırlama gibi çalışmalar, yabancı sözcüklere Türkçe karşılıklar bulmaya çalışmak ona göre boş ve gereksiz, hatta ırkçı, zararlı bir çaba:
Dil Devrimi hengâmesinde Allah ne verdiyse oradan buradan kelimeler bulup masaya sürmüşler. Maksat “Öz” Türkçe olsun, Ortaasyadan geldiğimiz bilinsin, elin Arabından, Rumundan pislik bulaşmasın. Bin sene önce ölmüş kelimeleri o yüzden paldır küldür bulup canlandırmışlar, Türkiye Türkçesinin yapısına, fonetiğine uyar mı uymaz mı, vatan mevzubahisken öyle teferruatla vakit kaybetmemişler. (Taraf 13 Mart 2009)
Türkçeden türetilmiş yeni kelimelerin yabancı kökenlilerden evla olduğu inancının, ilkel bir ırkçılık dışında herhangi bir mantıki temeli olduğunu da sanmıyorum. Hani Türkler Ortaasyadan gelir, o yüzden Ortaasya kökenli olmayan her şeyi vatanımızdan söküp atalım, pis alçaklar gibisine. Yok efendim Ortaasya kökenli olunca halkımız daha iyi anlarmış, daha kolay düşünürmüş. Bunlar minareye kılıf uydurma çalışmaları, o kadar. (Taraf 22 Ocak 2009)
Türkçeyi kurtaran ise Kenan Evren ve 12 Eylül Darbesi imiş.
Türkçe, TDK teröründen kurtulduğu 1980’lerden (12 Eylül Darbesi MA) bu yana, müthiş bir yaratıcılıkla evrilmeye devam ediyor. 1930-80 arası yapılan bu değildir. Tamamen ırkçı bir anlayışla dili, onu oluşturan unsurlardan sadece bir tanesine indirgemeye çalıştılar. Bugünkü Türkçenin “öz Türkçe” unsuru bu iş için yetersiz kaldığı oranda… Irkçılıktır, küstahlıktır, toplum düşmanlığıdır. Türkçeyi fakirleştiren bir darkafalılık abidesidir. (Kelimebaz)
Atatürk döneminde türetilen öz Türkçe sözcüklerin hemen hepsi yanlış, sevimsiz, “kaka” sözcükler Taraf yazarına göre. Bugün Osmanlıcalarının unutulmuş olması, yeni türetilen sözcüklerin her kesimce kullanılması da onu ilgilendirmiyor:
“Kutsal” uydurmaca bir kelime. 1930’larda icat edildi. Güneş-Dil teorisi çerçevesinde Arapça ve Fransızca kelimelerden bir sürü “sözcük” türetildi: belleten, egemen, boyut, çevre, danışman, imge, okul, alaşım, ilgi, genel, terim, kanı, kesim, kitle… (Taraf 5 Aralık 2008)
Ona göre yeni sözcükler türetilmesi Atatürk’ün sofrasındakilerin rakının etkisinde kalması, hatta rakının bile bu sözcüklerin türetilmesine yetmemesi:
Bizde cumhurreisinin (Atatürk MA) emri ile herkesin dilbaz kesildiği 1930’larda Türkçesinin Ege olduğuna karar verilmiş, öyle uygun görmüşler. Gene bir gece, bir “hikmet sofrasında” daha evvel kimsenin duymadığı “egemen” sözcüğü ortaya atılmış. Sadece alkolle açıklamak mümkün değil. Kesinlikle başka maddeler kullanmış olmalılar. O garip kâbus mantığını başka türlü yakalamak kolay değildir, bilen bilir. (Taraf 13 Aralık 2008)
Türkçe “özgür”, 1930’larda “sofra”da icat edilen kelimelerdendir. (Taraf 3 Mart 2009)
“Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası Nişanyanların ailesinde ters tepki yaratmış. “Sen Türkçe konuşmamı istersen, ben de Türkçeyi yasaklarım.” zihniyeti ortaya çıkmış:
Benim enişteler, “Vatandaş Türkçe konuş!” terörünün estirildiği devirde, evde tek kelime Türkçe konuşmayı yasak etmişlerdi. 1983’te kalkıp Kanada’ya göç ettiler. Çocuklar bir yıl geçmeden evde sadece İngilizce konuşmaya başladılar. Demek ki neymiş. Asıl mesele asimilasyon değil, asimile etmeye yeltenenlerin terbiyesizliği imiş (Taraf 7 Aralık 2008)
Nişanyan için TDK’nin yazım kuralları ve ilkeleri de çocukça ve bilgisizcedir:
Türk Dil Kurumu “egzoz” biçimine uygun görmüş, herhalde gazoz’la kafiye olsun diye. Egzantrik” deyip geçiyoruz. (Taraf 14 Ocak 2009)
Cuk oturmayan laflar, Türk Dil Kurumu patentli kuru, ruhsuz sözcüklere benziyor. (Taraf 4 Ocak 2009)
Öztürkçülerin bu çeşit teferruata ayıracak pek vakti olmadığından akıllarına estiği gibi türevler yapmışlar, belirtiydi, çözeltiydi, doğrultuydu derken Türkçenin ek sistemine ciddi hasar vermişler. (Taraf 21 Nisan 2009)
1934’te Dil Devrimi bünyesinde askeri terminoloji Öztürkçeleştirilirken, eski adı “fırka” olan birliğe “ne diyelim, ne diyelim? Hadi bu da tümen olsun.” hesabıyla tümen adını vermişler. (Taraf 6 Kasım 2009)
Dünyanın en genç profesörü kabul edilen, Türkçenin yılmaz savunucusu Oktay Sinanoğlu’nun da Nişanyan’ın saldırılarından nasibini almaması düşünülemez elbette. Aklınca Sinanoğlu ile dalga geçecek:
Ama koskoca Amerika’nın en genç emekliye sevk edilen kimya profesörü, Konya Teknik Üniversitesi alimlerinden Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu “sity” demek kent demektir diyorsa bana susmak düşer tabii, o kadarcık İngilizce bilmeyecek hali yok ya? (Taraf 28 Şubat 2009)
Evrenkent imiş, hah güleyim bari! Cahilliğin bu kadarı ancak okumakla olur demişler, Univercity değil amca university. (Taraf 17 Şubat 2009)
Dil konusundaki “millî bilinç” Nişanyan’a göre “cehalet, taşralılık ve dar kafalılık”tır:
Arapça eğitim millî bilinci bozar mı? Bozar. Ama millî bilinç dediğin şeyin yüzde doksan oranında cehalet, taşralılık ve dar kafalılıktan oluştuğunu düşünürsen, iyi mi olur, kötü mü olur tartışırız. (Taraf 4 Ağustos 2009)
Kenan Evren öncesi, özellikle Atatürk döneminde TDK ne yaptıysa kötüdür, uyduruktur, yanlıştır. Zaten TDK’de birkaç Ermeni dilci dışında doğru dürüst dilbilimci de yoktur.
Agop Martayan, Dil Devriminin teorisyeni, Türk Dil Kurumu’nun baş uzmanı ve ilk genel sekreteri. O ekipte birkaç yabancı dili doğru dürüst bilen tek kişidir. Öztürkçüler işi büsbütün zevzekliğe vurdurmadıysa onun sayesindedir derler. İyi mi yapmış kötü mü bilmem. (Taraf 22 Mayıs 2009)
Bilmem neden, bu olsa olsa “eğitmek” olmalı diye karar vermişler, etrafta soracak doğru dürüst dilbilimci de yok, “eğitmek” diye Türkçeleştirmişler. (Taraf 10 Şubat 2009)
Çok da şakacı bir tip Taraf yazarı, yaratıcı espriler yapıyor:
(Mündemiçin) Öztürkçesi “içkin”, tersi de transcendent karşılığı “aşkın” oluyormuş. Bunlar da berbat seçenekler. Misal: “Aşkım içkimi getirir misin?” “Hay aşkına da içkine de!” (Taraf 5 Ocak 2009)
Hayret, yaşamı boyunca Nişanyan gibi kişilerin dil anlayışıyla mücadele eden Emin Özdemir hocamızın uydurduğu (!) TDK’nin önerdiği “seçenek” sözcüğünü kullanıyor Taraf yazarı.
Televizyon da bir ikiyüz sene önce icat edilseydi Türkçesi herhalde “durdîde” olurdu. Yahut Arapçadan “tenzire”. Allahtan 30’larda daha Türkiye’ye gelmemişti, yoksa “uzbakaç” da olabilirdi, neden olmasın. (Taraf 12 Şubat 2009)
Dil Devrimi yıllarında Öztürkçüler “bozuk lehçe”yi diyelek diye Türkçeleştirmişlerdi, yatmaktan yatalak, çökmekten çökelek gibi. Çatlarsın gülmekten. (Taraf 21 Mayıs 2009)
Ne bileyim, 30’larda icat ettikleri kelimelerin hikmetlerinden sual olmaz. Ekol’den okul’u türeten buna da bir kulp bulur elbette. (Taraf 8 Mayıs 2009)
Hadi hayat yerine uydurmatik bir kelime olan “yaşam”ı kullandık diyelim… (Taraf 30 Kasım 2009)
Peki Batı kökenli sözcükler, özellikle İngilizce sözcükler Türkçenin önünü tıkar mı? Ne mümkün! Türkçenin önünü “özgün” tıkar, “özne” tıkar”, özgül” tıkar, “özet” tıkar:
İtiraf edeyim,” insert etmek”, ”start almak” gibi deyimlerin Türkçe düşünmenin önünü tıkadığına zerrece inanmıyorum. Aksine özdeş, özdek, özek, özerk, özet, özgeci, özgü, özgül, özgün, özlük, özne gibi kelimelerin elli yıl boyunca (1932-1983) bu toplumun düşünme yeteneğini hepten dumura uğrattığına eminim. (Taraf 22 Ocak 2009)
Üniversitelerde Türkçe eğitim olsun diyenlerin asıl amaçlarını da ortaya koyuyor Sevan Bey. Türkçe isteyenler, ülkede bilim adamı yetişmesini istemeyen, kendileri de cahil, kof kişilermiş. Bunlar tedavi edilmesi gereken hastalarmış:
Üniversitede “Türkçe de Türkçe” diye tutturanlar memleketten gerçek bilim adamı çıksın istemiyorlar sanırım, başka izahı yok. Kendilerinin ne kadar kof olduğu anlaşılmasın diye midir, nedir? (Taraf 4 Ağustos 2009)
Acayip bir eğitim sisteminin beyin hasarına uğrattığı bir kuşak ise “ah Özz Türkçe ne temiz ne güzel, kahrolası emperyalistler dilimizi bozdular” diye dövünmekle meşgul. Benim derdim bu arkadaşları gerekirse şok tedavisiyle komadan uyandırmaya çalışmak. (Kelimebaz)
Artık “Ayla” adını da kız çocuklarına vermemek gerekecek, Sevan Bey’e göre, çünkü böyle bir sözcük yok.
Arapçadan gelme hale’ye karşılık Öztürkçüler 1935 yılında “ayla” sözcüğünü ortaya atmışlar. Ay tamam da “la” ne demek acaba? Yok Türkçede öyle bir şey. (Taraf 8 Mayıs 2009)
Türkçeye saldırırken Atatürk ve İnönü unutulur mu hiç? Elbette özleşmenin en büyük destekçileri de bu saldırıdan payını alacak:
TDK, 1936’da tanıttıkları yaklaşık 5.500 adet yeni kelimeyi, “her adımda yol gösteren, Türklüğün dilini aydınlatan Ulu Önder’e, derleme işini bir devlet ödevi şekline koyan cumhuriyet hükümetine ve onun değer biçilmez başı olan İsmet İnönü’ye” ithaf etmişler. Önerdikleri kelimelerin ezici çoğunluğu unutulup gitmiş, ama mesela imge, içgüdü, izlenim, terim ilk kez bu paha biçilmez eserde (!) gün yüzü gören kelimelerden. (Taraf 23 Temmuz 2009)
Sevan Nişanyan şu anda belki de Yunanca ile ilgili çalışmalar yapmakta ve Yunan dilbilimcilere yol göstermektedir.