Türkçe atasözü ve deyimleri; yaşamın özünü, kestirim yoldan anlatırlar.
“ Anlayana, sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az..”,
“Eşeğine kızan, öfkesini semerden alır…”
“Kısa kes aydın abası (havası) olsun…” gibi…
Olgu ve olaylara uzun uzun, yorumlar getirmek, anlamlı. Ancak; karşımızdaki okuyucu ve dinleyicinin, anlama, kavrama yetileri hakkında bilginiz var mı? Benim yok ama sizleri bilemem.
Uzun yıllardır yazılarımı 400-500 sözcükle sınırlarım. Sebebine gelince; bir asker mektubu sayfanın önü arkasının alanı kadar okuma zamanımız olabilir.
İlkokul öğrencilerimize okuttuğumuz Türkçe dersi okuma parçaları genelde sınıf seviyesine göre; 100-200 sözcük arasında olurdu. Şimdilerde okuma parça kelime sayısını saymadım.
Asıl konumuza dönelim;
“ M.Ö. 626 yılında İranlılar Zile Ovası’nda yendikleri SAKA’ları M.Ö. 513 yılında Anadolu’dan söküp atarlar. İki günlük uzaklıktan sonra kovaladıkları Saka komutanına Tuna ırmağını geçince elçi gönderip korkup kaçtıklarını ima ederek; yiğit iseler kaçmayıp savaşmalarını bildirmişler.
Saka komutanı bir elçi ile; bir kuş(baykuş), bir kurbağa, bir sıçan ve beş ok yollamış… “Sizde savaşmak istiyorsanız, sizde atalarımızın, mezarlarının (sinlerinin) olduğu yere geliniz.
İranlılara gönderilen hediyelerin anlamlarına gelince; “Siz kuş olsanız, uçsanız, kurbağa gibi çamurlara girip, su dibine, çöküp çamurlara girseniz, sıçan gibi yer altına görünmeyen bir deliğe girseniz, bizim oklardan kurtulamazsınız…” (Bengü Taşların Dili) Orkut Yazıtları
Siyasi arenaya baktığımızda, durum ulusal çıkarlarımıza ne kadar hizmet ediyor? Şüphelerim var. Mezopotamya’nın bin yıllardır, bitmeyen balçıklı acılarına yeni acılar eklenmektedir. Türkiye’mizin dış ve iç siyaset ilkesi “ YURTTA BARIŞ, DÜNYA DA BARIŞ..” olarak kabul edilmiş iken; süper güçlerin vaadlerine kapılıp, Ortadoğu’nun devlet haritalarının yeniden çizilmesine maşa olmamalıdır.
Bu bağlamda Türkiye bir göçmen deposuna dönüştürülmesini sağlayan, siyasi, ekonomik güç sahipleri, kendi aralarında ki paslaşmaları arasında, ülkenin başına yeni işler açmanın hesapları içinde olduklarını tüm dünya görüp bilmekte; ama herkes kendi penceresinden olaylara baktığından ortalık sus pus.
Çözüm gelecek ayın çarşambası. Bir birleriyle görüşeceklermiş de; garantör devletler Rusya, İran, Türkiye Suriye sorununa çözüm getireceklermiş.
BM, NATO, AB göstermelik toplantılar yaptığında, BİZİM TBMM toplanamadı, ulusal yasta bile, Ukrayna’dan ders aldık.
“Ayıp üstüne ayıp yapılmaz” diyorlar insana. Güçlü olanlara diş geçiremeyen güçler, güçler savaşında; kendini haklı çıkarmanın blöfünü hazırladı ve sundu. Evine sığınan misafirlere, haydi size yol göründü. Toplayın pılı pırtınızı istediğiniz yere gidebilirsiniz.
Burada sözcükler yetersiz kalır. “Eşeğini dövemeyen semerini döveri” değiştirelim; “Sahibini dövemeyen, eşeğini döver” diyelim,
Şu anda Türkiye’mizin konumu; mülteci deposu ve dağıtım merkezi görevi verilmiş gibi…
Amaç; 1 Mart 2003’lerin, acılarını bir bir Türkiye halkından çıkarmak. Buna engel güçler ayrılığı vardı. Parlamento vardı, demokrasi vardı… Zamana yayarak bu engelleri kaldırdık. Biz karşımızda bir çok güç( yasama, yürütme, yargı) istemezük diyenler, abanın altından sopa göstererek bizi dersimize çalıştırıyorlar.
1960-70’li yıllarda orta öğretim yurtçuluğundan köşe dönücü meslektaşlarımızın, babasını ikna edip yurduna alamadığı öğrencilere not vermeyip, sınıfta bıraktıklarını yaşadık, Allah rahmet eylesin.
Sözün sonu * İ D U R A K İ ; “KISA KES AYDIN ABASI olsun” , “Bandırma’nın şosesi(Susası), uzun lafın kısası yeğdir.”
TUMTURAKLI OLDU MU BİLMEM?