Gökyokuş’tan sola dön
Aydurağı’na gelince
dağlara bak dağlara
mavi nehri göreceksin
Taşların buğusunu
inceden sür yüreğine
saçlarını tarazla
boncuk gözlü akşamın
Bir karınca türküsüdür
ulu orta yaşamak
kıyısına iliştiğin hayattan
yapayalnız ineceksin
Ömrünün aşkca özeti
üç beş kalem beş on defter
boğulmadan geçtiğin
sellerin hikâyesidir
Gökyokuştu ömrün senin
suların tıpırtısında
al ibrişim bir kozada
mekânı belirsiz adres
Kendinle yarıştığın
o kavga bitiyor artık
güz otlarına yatır başını
aşk gömleğini değiştireceksin
-Karıncanın Türküsü-
(Şehir Dergisi;Ocak 2009)
Binlerce yıl önce mağarasının duvarlarını resimlerle süsleyen insan, galerilerde resim sergileri açıyor bugün. Sanatçı, her ne kadar içinde bulunduğu zamana ve mekânların kuşatıcılığına itibar etmeden yazıp söylese de, bir yerlerinden yine de bağlıdır zamana ve yaşadığı mekânlara. Binlerce yılın ötesinden günümüze gelinceye dek ortaya konan sanatsal ürünlerin insanın duygu ve düşüncelerinde incelikten yana değişimlere neden olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu bağlamda, söz konusu edilen sanatın bir misyonu içerip içermediği değildir; bir resmin, şiirin, roman veya diğerlerinin yaratım anlarında sanatçının böylesine kaygılarından söz edilemez.
Bir sanat ürünü kimilerini biraz daha insan yaparken, bir kaç diplomalı kimileriniyse hiç etkilemiyor galiba ! İkibinli yılların içindeki savaşlarını, sömürü çarklarını göz önüne getirdiğimizde böylesine bir gerçek çıkıyor karşımıza. Bunun nedenini şöyle açıklıyor Gottfrıed Benn:
“Toplumsal hareketler oldum bittim varolan bir şeydir. Yoksulların hep yükselmededir gözü, zenginler ise alçalmak istemezler. Mısır’ın ‘günlük’ ticaretini tekeline aldığından, Babil bankerlerinin yüzde yirmi faizle sarraflığa başladığından bu yana korkunç bir dünya, kapitalist bir dünya. Asya’daki, Akdeniz çevresindeki eski uluslarda almış yürümüş bir kapitalizm.. Erguvani boya tacirleri tröstü, gemiciler tröstü, ithalat-ihracat, hububat spekülasyonu, sigorta ortaklıkları ve sigorta dolandırıcılıkları, Taylor metoduyla çalışan fabrikalar; biri keser deriyi, öbürü ceketleri diker; mesken vurgunculukları, ortaklarının askerlik hizmeti dışında tutuldukları, savaş malzemesi satan ortaklıklar, korkunç bir dünya, kapitalist bir dünya…İşte Kyrene tabakhanelerinde başkaldıran Helot sürüleri, işte Romalılar zamanındaki köle savaşları; yoksulların yükselmededir gözü, zenginlerse alçalmak istemezler; korkunç bir dünya, ama üç bin yıldır süregelen bir olay karşısında bütün bu saydıklarımızın ne iyi, ne de kötü şeyler olmadığı, sadece görüngüsel bir karakter taşıdığı düşüncesine varılabilir herhalde. Şimdi kalkıp da insanlığın yoksul bölümünü, toptan daha iyi bir hayat düzeyine kavuşabileceğini söyleyerek aldatmanın şuncacık akla uygun bir yanı var mı?”-(Tercüme Dergisi,sy.85,1966,Çev.K.Şipal)
Egemen güçler sömürü adına yeni yeni metodlar icat edip, yaptıkları andlaşmalarla coğrafi sınırları da kaldırıyorlar kendi aralarında. Sıradan halka kutsallık, kahramanlık, vefa vb. olguları dayatarak içinde debelenip durdukları, asla dışa açılmasına izin vermedikleri çemberler oluşturuyorlar. İşin acı yanı, sanatsal yaratılar bu çemberin içinde oluşuyor. Geçmişte olduğu gibi güce tapınan, ondan beslenen ve onun bayraktarlığını yapanların varlığı can yakıyor. Bunların ‘biricik’ olarak ilân edilmesi, kimilerinin başını döndürüyor olacak ki sayıları her geçen gün biraz daha artıyor. Bu durum, Gottfrıed Benn’in söylediklerinin dünya durdukça, insan var oldukça devam edeceğini düşündürüyor ama mağarasından savrulup bugüne gelen insanın yaratılarındaki aklın izini gördükçe, duygu ve düşünce bağlamında daha da incelip, payına düşenden gayrısına el uzatmayacağı günlerin geleceğine inanıyorum. Birbirine yakın yuvalar yaptıkları halde kardeşçe yaşayan kuşları, aynı harmandan yem taşıyan karıncaların türküsünü, bir bahçenin çiçeklerinden bal toplayan arıların uçuşlarındaki neşeyi, aynı otlağı paylaşan koyun keçi ve daha bir çok hayvanın kavgasız gürültüsüz geçen günlerini gördükçe, tanrısal yaratımlara sahip olduğuna inanılan insan kini, kıskançlığı, sömürüyü er geç unutacaktır. Belki aşırı iyimser bir düşünce benimki ama bunun böyle olması gerektiğine inanıyorum.
Sanatsal ürünlerin hiçbirine yüz vermeyen, bunlardan haz almayan kişi ya da kişiler kendinden başkasını düşünür mü acaba? Yani şu incelik dediğimiz olgudan nasiplenmeyenin nasıl bir yapı olduğunu az çok hepimiz biliyoruz. Böylelerinin ben merkezli düşüncesi,yukarda sözünü ettiğim çemberin içerisinde, kendi çıkarları etrafında dönüp duruyor. Böylesi tiplere yazarlar, şairler vb. arasında da rastlanmıyor mu? İnceliğe giden yolun kılavuzları olarak gördüğüm böyleleri için Aziz Nesin’in tanımlamasını okumanın tam zamanıdır:
“Aydınlar döneklik, kaypaklık eder de, işçiler etmez mi, etmemiş midir? Ancak, halkın-kötü olması değil-kötülük yapmasının sayılamayacak kertede nedenleri, gerekçeleri vardır: Eğitilmemiştir, öğretilmemiştir, bilisiz bırakılmıştır, koşullandırılmıştır, aldatılmıştır, sömürülmüştür vb. Ya aydınların kötü olmaları, kötülük yapmaları için gerekçeleri ne? Hiçbir şey yapmamış olmak da, yapılabileceklerin en kötüsüdür. İşte aydının sorumu da, suçu da burada: Halka olan borcunu ödememek…”