Salâh Birsel, deneme kitaplarında öyle olaylar anlatıp öyle isimlerden söz eder ki yazdıkları dünün bugünün ve yarının izlerini taşır.
Salâh Birsel, 1919’da doğdu. Doğum yeri Bandırma’dır. İlk şiiri 1937’de Gündüz dergisinde çıktı. Günlüklerini 1950’de Beş Sanat Dergisinde yayınlamaya başladı.
Aşağıda onun, “Ey Kadın Ayağa Kalk ve Titre” isimli denemesini sizlerle paylaşıyorum.
“Ahmet Rasim, Abdülhak Harnit’in kızkardeşi Mihrünnisa Hanımın -ki doğumu Bebek’tedir-Hazine-i Evrak dergisinde yayınlanan bir şiirini okuduğu vakit, bunun bir kadın elinden çıkabileceğine inanmak istememiştir.”
Nedeni bir kadının o zamanlar böyle bir şiiri yazmış olabileceğine ihtimal verilmeyişinde yatmaktadır.
“O sıralar, şiiri okuyan kimileri de ona ağabeysinin elinin değdiğini sanmışlardır. Bereket, çok geçmeden anlaşılmıştır ki -işi çakaloz edenlerin başında Süleyman Nafiz vardır- Abdülhak Mihrünnisa Hanımefendi’ nin yaratılışı da birader-i muazzam ‘ı gibi insanın yüreğine kızgın kurşun akıtıyordur. Burada ince lakırdıları kantarlamak gerekirse, şair Nigar Hanımın şiirleri üzerinde de bir erkek ozan elinin gezindiğini söyleyenler olmuştur.”
Böyle bir durumla karşılaşan ilk kadın edebiyatcımız şair Nigar Hanım değildir elbette. Tarihçi Cevdet Paşa’nın kızı olan Fatma Aliye Hanımda “Muhadarat adlı romanını” yazdığında Salah Birseli’in deyişi ile “Tarihçi Cevdet Paşa’nın mıncıkladığı düşüncesi yaygındır.”
Bunların sebebini yine Birsel’den dinleyelim.
” Bütün bunlar, kadınların ikinci sınıf bir yaratık sayılmalarından, görevlerinin ev işlerine koşmak ve de kocalarının sözünden çıkmamak olduğuna inanmaktan geliyordur. Fatma Aliye Hanım, Georges Ohnet’in Volonte adlı yapıtını Meram adıyla çevirdiği zaman, çevrenin şakki şefe’sini hesaba katarak onu “Bir Kadın” adıyla yayınlayacaktır. Onu izleyen kitaplarında da, yine aynı çekingenliğin bir sonucu olarak, “Mütercime-i Meram” takma adına el atar. Bu, biraz da Meram’ın çokça tutulmasından gelmektedir.”
Günümüzde yaşananlar beni Salah Birsel ustanın bu yazısını anımsatmaya itti. Ne gariptir içinde yaşadığımız anın sorunları sandığımız konuların kökenleri uzun yıllar öncesine dayanıyor görüldüğü gibi.
Değişimler yok değil ama istenilen düzeyden eksik ve yavaş.
Şu ana kadar çözülmediğine göre hep böyle süre gidecektir düşüncesi insanın aklının bir köşesinde çivilenmiş duruyor ister istemez.
Umalım tersi olsun.