Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU, “Gençlik ve Edebiyat Hatıraları” adlı kitabında yüz yıl kadar önceki bir anısını anlatır. Süleyman Nazif’in “yapmak” sözcüğünü gereksiz kullandığı gerekçesiyle kendini nasıl payladığını dile getirir.
“Beni nerede ise Şairi Âzam mertebesine çıkaracak olan üstad (Süleyman Nazif), günlük gazete yazılarımın birinde … ‘vazifesini yaptı’ gibi bir tabir kullandığım için bir ortaokul öğrencisi gibi paylamış ve ‘Şu yapmak fiili çıkalı birçok şeyler yıkıldı’ diye kükremişti.
İtiraf ederim ki o günden beri hâlâ ‘yapmak’ fiilini kullanırken tereddütten tereddüte düşerim. Hele Türkçede ‘vazife görmek, vazifesini (görevini) yerine getirmek’ gibi söz şekilleri varken ‘vazife yapmak’ demekten ürkerim. Günlük gazetelerin 36 puntoluk manşetlerinde ‘konuşma yaptı, açıklama yaptı’ gibi laflar karşısında üstad (Süleyman Nazif) yaşasaydı şöyle sataşacaktı: ‘Mademki konuştu yerine konuşma yaptı diyorsunuz; neden geldi yerine gelme yaptı, gitti yerine gitme yaptı demiyorsunuz?”
Bu eleştiriler, uyarılar yüz yıl öncesine ait. Her iki edebiyatçı da “yapmak” eyleminin gereksiz ve yanlış kullanılmasına tepki gösteriyor. Peki günümüzde “yapmak” eylemini bilinçsizce, yerli yersiz kullanan televizyonculara (!), gazetecilere (!), yazarlara (!), siyasetçilere (!) eğitimcilere (!) ne demeli? Haydi ergenleri mazur görelim, koca koca insanlara aynı hoşgörü gösterilebilir mi?
İşte bu saçmalıklara birkaç örnek;
– Minibüs, bekleme yapma! (bekleme)
– Yurda giriş yaptı. (girdi)
– Türkiye’den çıkış yaptı. (çıktı)
– Lütfen telaş yapmayın. (telaşlanmayın)
– Sınavda heyecan yaptım. (heyecanlandım)
– Sakın panik yapmayın! (paniğe kapılmayın, heyecanlanmayın)
– Ooo, yeni ayakkabı yapmışsın. (almışsın)
– Gurbette epeyce para yapmış. (para kazanmış)
– Bizim takım golü yiyince hırs yaptı. (hırslandı)
– Stres yaptı. (strese girdi, gerildi)
– Bu söze yorum yapacak mısınız? (Bu sözü yorumlayacak mısınız?)
“Vicdan yaptı, top yaptı…” benzeri kullanımlar da bu örneklere eklenebilir.
VEKİL Mİ MİLLETVEKİLİ Mİ?
Son zamanlarda birçok kişi milletvekillerine (mebus, saylav) “vekil” demeye başladı. Hatta kendine “vekil” diyen milletvekilleri bile var. Oysa herkesin bildiği gibi “vekil” sözcüğü “bakan, nazır” anlamındadır. Örneğin şu anda Balıkesir’in bir tek “vekil”i yok. Ülkede bu yanlış kullanımı kimin başlattığını bilmiyoruz, ama bizde bazı şeyler çabuk benimsenir. Yeter ki yanlış olsun.
“Vekil”le ilgili geçmiş kullanımları anımsayalım:
-Başvekil Adnan Menderes. (Başvekil=başbakan)
-Vekiller Heyeti (Bakanlar Kurulu)
-Heyet-i Vükela (Bakanlar Kurulu)
-Maarif Vekili (Millî Eğitim Bakanı)
-Maarif Vekâleti (Millî Eğitim Bakanlığı)
-“…bir vekile (bakana) İcra Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu) azasından bir diğer vekil niyabet (vekil olma durumu) eder. Ancak bir vekil, bir vekâletten fazlasına niyabet edemez.” 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu Madde: 49)
Aziz Nesin’in “Zübük” romanından: “Bu adam ileride milletvekili, hatta vekil bile olabilir.”
Her milletvekilinin gönlünden” vekil” olmak geçebilir; bu, doğal ve saygı duyulacak bir durum. Ama bir milletvekili, kendine “Sayın vekilim (bakanım)…” diye hitap eden kişiye hiç değilse “Estağfurullah efendim, teveccühünüz, inşallah o da olur, Sizi Allah mı söyletti?” dese daha “şık” olmaz mı?