Bundan tam yüz yıl önce, o “Ateşten Günler”de, “kurtuluş”a ve “kuruluş”a giden süreçte, Sakarya neyse; işte tarihsel anlamı itibariyle bugün de ülkemizin önündeki ilk seçimler de, eş değerdedir.
Yurdumuzu istila ve işgal eden emperyalizm ve onun maşası Yunan ordusu, ilerleyerek Sakarya nehrine kadar gelir.
Amaç, Ankara’ya kadar gelip, Sevr Anlaşması’nı, Padişah ve İstanbul Hükümeti gibi, Ankara Hükümeti’ne de zorla kabul ettirmektir.
10-24 Temmuz 1921’de Kütahya-Eskişehir Muharebeleri kaybedilir.
Bunun üzerine Ankara Hükümeti orduları, 25 Temmuz’da Sakarya nehrinin doğusuna geri çekilir.
Bu geri çekilme, bütünüyle stratejik savunma özelliklidir.
Bu bir aylık süre içinde ordu güçlendirilir.
İhtiyaçlarını karşılamak amacıyla Tekalif i Milliye emirleri yayınlanır.
Halk, elindeki silah ve cephane adına ne varsa üç gün içinde getirir.
Ayrıca daha sonra geri ödenmek üzere yiyecek, giyecek, hayvan vb her türlü katkı emri verilir.
Sonunda düşmana karşı bu kez, stratejik savunmadan çıkıp, artık stratejik taarruza, saldırıya geçilir.
23 Ağustos-13 Eylül 1921 arası, dünya savaş tarihinin en uzun süren meydan muharebesi olarak, 22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesi’nde düşman yenilir.
Yunan Ordusu, saldırıdan savunmaya geçerek, bozgunla geriletilir ve artık saldırı gücünü yitirir.
“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır; o satıh da bütün vatan toprağıdır.” ünlü sözünü Gazi Mustafa Kemal, burada dile getirir.
Mustafa Kemal Paşa’nın ümitsizliğe yer vermemesi ve Türk halkının azim ve kararı zaferin kazanılmasında belirleyicidir.
Sakarya Zaferi sonucunda Mustafa Kemal Paşa’ya TBMM tarafından gazilik ve mareşallik unvanı verilir.
Halkın TBMM’ne, Mustafa Kemal’in ordularına ve başkomutanına tam olarak güveni yerleşir.
Kazanılan zaferin ordumuza verdiği moral ve yapılan hazırlıklar sonucunda, 26 Ağustos 1922’de Başkomutanlık Meydan Muharebesi zaferi ve ardından da 9 Eylül 1922, İzmir’in kurtuluşu ile Anadolu, düşmandan bütünüyle temizlenir.
Emperyalizme karşı verilen ulusal kurtuluş savaşı ile bağımsızlık elde edilir.
Ardından 24 Temmuz 1923’te Lozan gelir.
Nihayet, 29 Ekim 1923 Türkiye Cumhuriyeti Devleti ilan edilir.
Kurtuluştan alınan bağımsızlık gücüyle, kuruluşun temelleri, ilkeleri ve felsefesi belirlenir.
Kurtuluşla kurulan, ulus egemenliğine dayalı çağdaş, laik ve demokratik hukuk devleti nitelikleri, anayasaya “değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” kurucu temeliyle ebedi olarak işlenir.
Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş ve varoluş temelleri, nitelikleri ve ilkeleri, bugün gelinen noktada artık işle(til)memektedir.
En başta ulusal egemenlik, laiklik ve demokratiklik olmak üzere,
güçler ayrılığına dayalı hukuk devleti işlevsel değildir.
Parlamenter rejim değiştirilmiş, tekil irade geçerlidir.
Bütün bu vahim sonuçlar, çok uzun bir süreden beri, sözde sandık marifetiyle, demokrasinin de imkanlarının istismarı ile demokrasi güçlerinin de gafleti ve dalaletiyle, göz göre göre gerçekleştirilip,
her türlü kötüye kullanım ve fesatlıklarla elde edilmiştir.
Elde edilen iktidar gücü ile iktidar merkezli olarak her seçimde de pekiştirilmiştir.
İşte bu gerçekler karşısında, eğer erkene alınmazsa, Cumhuriyetin 100.Yılı’nda, ülkemizde çok kritik ve yaşamsal değerde bir seçime gidilecektir.
O halde, yukarıda belirtilen nedenler ve gerekçelerle bu seçimler tarihsel, toplumsal ve siyasal olarak yaşamsal değerdedir.
Bundan dolayıdır ki “Sakarya, o günlerde neyse” bugün de bu seçimler, tarihsel, siyasal ve toplumsal anlamı ile eş değerdedir.
Demokratik Cumhuriyet düşüncesinde olup, unvanı, pozisyonu, kariyeri vb geçmişi, bugünü, şahsi hevesi-hedefi her ne olursa olsun, demokrasi değerlerini benimseyen, her bir kişi, grup, yapı veya oluşum, “Sakarya gerçeğini” göz ardı edememelidir.
“Sakarya gerçeği”nin ve bilincinin gerisine düşememelidir.
“Kurtuluş”a ve “kuruluş”a giden yolda “Sakarya” neyse, ülkenin önündeki seçimler de aynı değerdedir; belki de daha da ilerdedir.
Bu büyük gerçeklik karşısında hiçbir gerekçe meşru değildir.
Atı alanlar, Üsküdar’a vardılar, ordalar; lakin aşamadılar.
Bugün gelinen noktada artık “Ya herru ya merru var!”
Ya demokrasi ya otokrasi var.