Sonbaharın ortalarındaydık. Öğlene az kala güneşi arkamdan alacak şekilde sol kulağımı boşa vermiş, oturuyordum, kalabalıktı; ne de olsa hafta sonuydu, cumartesideydik. Havanın güzel oluşu da buna eklenince olağan bir durum diye geçirdim aklımdan. Dere yatağı üzeri kapatılıp parka dönüştürüldükten sonra eskiden pek işlek olmayan bu alan şimdi benim gibi gün geçirenler için bir buluşma alanıydı artık.
Etrafı seyre koyuldum. Şapkasının kenarında gül olan kısa boylu yaşlıca bir adamcağız, dudaklarında yarım sigarası çizgileri soluk lacivert eski takımlarıyla önümüz sıra arzı endam ederek bilmem kaçıncı turunu atıyordu. El ve ayak bileklerini epey geçen elbisesinin dökümü, ayaklarından çıkacakmış izlenimi bırakan ayakkabıları ve kaşlarının hemen üstüne inen şapkasıyla, tuhaf bir biçimde üstündeki her şeyin başkası tarafından ödünç verildiği izlenimi bırakıyordu bende. Ben bunları düşünürken o yeni bir seferin yollarına çoktan düşmüş, gözden silinmişti bile.
Epey karşıda iki çocuklu kadın elindeki simidi yiyor iştahla. Ağzının şapırtısını duymasam bile hissedebiliyorum.
Elini daldırdığı poşetten kuşlara yem serpen adamla ona kızan yaşlı kadına takılıyor bakışlarım. Sağ yanımdalar onları duyabiliyorum bu yüzden.
– “Bunları sen alıştırdın buralara.”
– “Evet ne var, nasiplensin biçareler.”
– “Sen sevabını al pisliği bize.” deyip yakın bir evin penceresindeki kuşları gösterip ekliyor: “Bokunu ben temizliyeyim sen sevap kazan öylemi?” diye söylenip evine doğru yönleniyor.
Ayakkabı boyacıları su ve mendil satan çocuklar. Kışlıklar için yerlerinden sökülen yaz çiçekleri. Saat kulesinin üstünden süzülerek göçen kuşlar. Hepsinin bir hikayesi var farkındayım ne yazık ki sadece bazılarının gün yüzüne çıkmasına izin veriyordu yaşam.
Sağ yanımdan gelen seslerle dikkatimi o yana verdim; duyan kulağımdan yana.
– “Yaşın kaç senin?”
-“……”
– “Ben otuz altılıyım.”
-“……”
– “Nerelisin sen, hangi köyden?”
-“…….”
– “Kulağın ağır mı, benim gibi?”
-“…….”
Sordu durdu. Alamadığı yanıtlardan da sonuca vardı.
– “Evet, evet belli sağırsın sen.”
Bir sus be adam, diyesim geldi. Sanki soruların muhatabı benmişim gibi.
Susmadı yanına oturan yaşıtı üçüncü adamı da bunaltıp kaçırana kadar soruları devam etti.
Kaçma sırası bana gelmişti.
Kalktım çıkışa yöneldim.
Ardım sıra bu öykü geldi, bir dünya öyküyü ardımda bırakmanın pişmanlığını bir nebze de olsa üstümden attım böylece.