Klasik aslında:
Neye inanmak istiyorsak, kafamızda ne varsa, ona inanıyoruz.
Her konuda.
Bilmek, araştırmak, okumak yerine…
Ne istiyorsak o aslında bizim doğrumuz.
Siyasetten futbola kadar…
Depremden ekonomiye kadar.
Avukata danışırsınız, olmaz derse avukat misal… Mutlaka duayen bir komşu devreye girer yol gösterir…
Doktora gidersiniz, doktorun verdiği ilacı beğenmez, kocakarı ilaçlarını tercih edersiniz…
Gibi gibi gibi…
Sosyal medya da maalesef, okumayan toplumda aslında cehaleti daha da körükledi, herkes kendince her şeyin uzmanı oldu.
Geçen biri yazmış, “Türkiye’nin her yeri güldür güldür petrol. Zafer bizim.”
Başka biri demiş ki; “Kebapçı full abi, kriz mriz yok”
Yav nasıl bir düşünme tarzıdır anlamak mümkün değil; bir lokantanın doluluğunu baz alıp ülke ekonomisini genellemek…
85 milyon ülke..
Restorana giden kaç kişi?
Bu aynı zamanda tatil yörelerinin doluluğunu örnek gösterip ekonominin tıkırında olduğunu söylemek gibi bir şey.
Velhasıl…
Dağılmasın konu…
Yine istediğimize inanmayı sevdiğimizden bu hafta sonu biraz gerilim modunda geçti.
Bir amcamız dilekçe yazmış, gördüğü rüyayı anlatmış, yer-gün-saat bilgisi verip deprem olacağı hususunda belediyeye başvurmuş.
Edremit Belediyesi almamış tabi dilekçeyi de amcanın dediği saatte deprem olmayınca bir de saat güncellemesi yaptı, gündüz 10.11’de olmayınca gece 22.11’e çevirdi.
Neyse dilekçe içeriğinde belirtilen tarih ve saatte deprem olmadı.
Ama olabilirdi de.
Öyle olsaydı artık bilemezdik amcanın nasıl anılacağını!
Naci Görür hoca, “üfürükçüleri bırakın” dedi.
Başka sismologlar, deprem uzmanları Edremit’te 1940’lı yıllarda büyük deprem olduğunu gerekçelendirerek bu zamanlarda rüyada belirtilen şiddette deprem beklenmediğini söylediler.
Lakin olabilirdi de…
Çünkü her an olabilir…
4 şiddetinde, 5 şiddetinde, 6 şiddetinde!..
Ki sıcaklıktan tutun enerji boşalımlarına kadar pek çok deprem uzmanı yine teyakkuzda olmamız gerektiğini hemen her gün söylemiyor mu zaten?
Deprem ülkesiyiz.
Sağlam binalar şart.
Rivayet edilen deprem merkezi Altınoluk idi rüyada.
Rüyayı bilemeyiz ama şunu biliyoruz…
Eski insanlar, köylüler, yörenin gerçek sahibi ve ahalisi yerleşim birimlerini nerelere kurmuşlar, hep dağlara di mi?..
1980’lerden sonra Edremit Körfezi’nin her noktası ne hale geldi, sahiller nasıl, arazi nasıl talan edildi; ne uyduruk binalar, ne deniz kumundan yazlıklar yapıldı…
Bilmiyor muyuz, görmedi mi kimse?..
Hepsi devletin gözü önünde olmadı mı?..
Deprem olunca yıkılmaz mı o yazlıklar?..
Buna kim göz yumdu?..
Böyle vahşi bir işgale?..
Eski insanlar kafasızdı çünkü öyle mi? Hiç akıllarına gelmemişti deniz kenarı falan?!
1980’ler sonrası ülkenin tüm sahil şeridi talan!
Deprem öyle mi?
Deprem ülkesiyiz.
Bilim insanlarının bağırmaktan sesleri kısılıyor, tınlayan yok.
Rüya daha çok reyting aldı iyi mi?..
Belirtilen saatte deprem olacak mı diye iddiaya giren oldu iyi mi?..
Bu yazıya nokta koyamadan bile deprem olabilir.
Kim bilebilir bir dakika sonrasını?..
Aklını kullanmayan, bilimi dinlemeyen insan; rüyaların peşinde…
Bir rüya görüyorsunuz; çeşit çeşit rüya tabiri, yorumu çıkmıyor mu karşınıza…
Burçlar, yıldızlar, astroloji ayrı bir konu ve elbette bilimsel olarak çok önemli..
Ama burçlara bakıp her falda farklı bir yorum karşınıza çıkınca neye inanacağız?
Rüya ve bilim…
Rüyalar ama az ama çok hepimizi etkiler; evet bazı insanların rüyaları zaman zaman gerçeğe de dönebilir..
Ama rüyayı dilekçeye konu etmek… Bunu gazete ve haber sitelerinin gündeme almalarıyla sosyal medyada rating patlaması olması..
Büyük önder Atatürk boşuna dememiş “gerçek düşmanımız cehalettir” diye.
Diz boyunu geçeli nice oldu, artık cehalet denizinde toplumca boğulmak üzereyiz, nefes almak için ayaklarımızın ucuna basıyoruz, batan gemideymişçesine son nefesi alabilmek için!