Romanlar, İkinci Dünya Savaşı’nın görünmek istenmeyen kurbanlarıdır. Nazi rejimi tarafından yok edilen Romanlara, soykırıma uğramış olmak bile reva görülmedi. Bunun başlıca sebebi politik sorunlar ve açıklamalardır. Soykırım söz konusu olunca akla ilk gelen Yahudiler olur. Ama gerçek hiç de öyle değildir. O zaman için, Avrupa’da yaklaşık olarak 1-1,5 milyon Roman nüfusundan bahsetmek mümkün.
Ve insanın kanını bugün de donduran, 1979 yılına kadar inkâr edilmeye çalışılan gelişmeler yaşandı. Auschwitz-Birkenau toplama kampındaki sözde “Çingene aile kampını” tasfiye edilmeye başlanılmıştı. Kampta kalan yaklaşık 4 bin 300 Sinti ve Roman, Nazi Milis Güçleri(SS) tarafından gaz odalarında zehirlenerek katledildi.
İkinci Dünya Savaşı’nda hayatını kaybeden çok daha doğrusu katledilen Romanları, “2 Ağustos Roman Soykırımı’nı’’ sadece anmak yeterli olamaz. Onları anlamak ve anlatmak da gerekir. Bu amaç adına hayata geçen bütün çalışmaları kayıt altına almak da oldukça önemli.
Bu düşünce doğrultusunda, Roman Hafıza Çalışmaları Derneği (Romani Godi) , Sergen Gül’ün sunumuyla çevrimiçi olarak gerçekleşen bir program düzenledi. Dik İ Na Bister! yani Bir daha Asla! dediğimiz bu anlamlı programda, dikkat çekici bilgiler paylaşıldı. Araştırılması gereken birçok konuya değinildi.
Sevgili okurlarım, şimdi size kısaca bunlardan bahsetmek istiyorum. Çünkü konumuz olan 2 Ağustos Roman Soykırımı’nı anmak, anlamak ve anlatmak için ille de Roman olmak gerekmiyor. İnsan olmak, başlı başına en geçerli neden değil mi?
Soykırıma dair etimolojik tartışma da söz konusu. ‘’Pharrajımos’’; yıkım, parçalama ve kesme. ‘’Porrojımos’’ ya da ‘’Poravıpe’’ ; tecavüz. ‘’Samudaripen’’; toplu katliam, soykırım anlamına gelmektedir. (Sa: Toplu, Mudaripen: Öldürmek- Ölüm) . Tarihçiler ve araştırmacılar, bu kelimeleri kendilerine göre seçip ve kullandı.
Azınlıkların asimilasyon sürecinde dillerinin yasaklanması, farklı dine mensuplardan farklı vergi alınması, bazı ırkların üstün bazılarının da alt ırk olarak görülmesi ve köle olarak kullanılması, yaşanılan soykırımın bir diğer resmidir.
Romanların Avrupa’da 1323-1800 yılları arasındaki varlığı, aynı zamanda bir soykırımın inşa sürecidir. Almanya’da 2. Dünya Savaşı öncesi, Romanlara uygulanan ayrımcı politikalar, tarihte kara bir leke olarak yerini alınca böyle düşünmemek elde değil.
Ne yazık ki, aynı tutumu 1323 yılında da görmekteyiz. Girit’te yaşayan Symmon Semeonis, ‘’atsingani’’ ya benzeyen insanları tanımladı. ‘’Bu insanlar otuz günden tek bir yerde durmazlar, Tanrı tarafından lanetlenmiş gibi, göçebe ve dışlanmışlardır. Küçük, dikdörtgen, siyah ve alçak çadırlarla tarladan ve mağaradan mağaraya dolaşırlar.
1378 tarihli bir yasa, ‘’Avrupa’daki Çingenelerin ilk belgelenmiş kaydıdır.’’ 14. yy. ’da Romanların varlığı, Balkanlar ve Bohemya’da, 15. yy. ‘da Almanya, Fransa, İtalya, İspanya ve Portekiz’de, 16. yy. ‘da ise Rusya, Danimarka, İskoçya ve İsveç’te söz konusudur.
Romanlar; 1416’da Almanya’nın Meissen bölgesinden, 1471’de Luzern’den, 1493’te Milano’dan, 1504’te Fransa’dan, 1512’de Aragon’dan, 1525’te İsveç’ten, 1536’da Danimarka’dan yasal dayanaklarla kovuldular.
Ayrıca, 1510’da İsviçre’de ve 1554’te İngiltere’de Romanların idam edilmesini içeren bir yasa yayımlandı. 1538’de Portekiz’de Romanlar tehcire zorlandı. 19. yy. ortalarında ise, Romanya topraklarında nüfusun %7’si köleydi. Büyük çoğunluğu da Romanlardan oluşmaktaydı. (Devam edecek.)