“Romanlar” diye bir tanım yapıldığında ya da “Roman kimdir” diye sorulduğunda, konuya hangi pencereden yaklaşıldığı önemli. Konu etnografik mi, ekonomik mi, sosyolojik mi, coğrafi mi, politik mi, dilbilimi açısından mı irdeleniyor? Hangi alandan ele alınırsa alınsın, mutlaka bir yerlerde bir şeyler ya fazla, ya eksik olacaktır. Bunun nedeni, konunun son yıllarda gündeme gelmesidir. Ve tartışılmasıdır.
Bu konu, ülkemizde 2000 yılının hemen başında gündeme geldi. Türkiye’nin Avrupa Birliği yolculuğunda anlaşmalara imza koyması, buna bağlı olarak gelişen yeni eğilimler, Roman topluluklarını kültürel ve sosyolojik tartışmaların içine aldı. 2006-2010 yılları arasında hızlandı. 2010 yılında İstanbul’daki Abdi İpekçi Spor Salonu’nda gerçekleştirilen Büyük Roman Buluşması’na kadar hız kesmeden devam etti. Günümüzde de sürüyor.
Söz konusu tartışma, aslında bir ad koymanın çok ötesinde bir anlam ifade eden bir durumdu. Asıl vurgulanmak istenen konu, vatandaş-devlet ilişkisiydi. Büyük buluşmada yetkililerin gösterdiği ilgi, birçok tereddüdü ortadan kaldırdı. Kendisine “Roman” diyenlerin sayısı giderek artmaya başladı. Konuyla ilgilenenlerin sayısı arttı. Nitelikleri de buna paralel olarak değişim gösterdi. İşin içine akademi ve bürokrasi girdi. Hatta bir araştırma enstitüsü bile kuruldu. Hem iktidarın, hem de muhalefetin ardı arkası kesilmeyen Roman eylem planları da bunun bir başka kanıtıdır. Ama “Roman mı, Çingene mi?” sorusu hiç bitmedi. Devam etti.
Daha sonraki süreçte bu konu, siyasi bir nitelik görüntü vermeye başladı. Özellikle seçim dönemlerinde konuyu güdeme getirenlerin, seçim sonrasında sus pus olduğu gözlemleniyor. Roman sivil toplum hareketinde tanınan dernek başkanlarının ve aktivistlerin çoğu, siyasi alanda olmak ve belirleyici olmak istediler. Bu durum, günümüz için de geçerlidir. Malum, yerel seçimle yatıp kalkıyoruz. Her parti ve aday adayı Roman camiasına yakın olmaya çalışıyor. Ya da böyle bir izlenim yaratıyor.
Romanlara yönelik yürütülen projelerde; her nedense Romanlardan daha çok, bu projelere aracı olan, proje yürüten gacolar (Roman olmayan) karlı çıktı. Oysaki bu projelerin amacı asla kar gütmek değildir. Olmamalıdır da. Asıl amaç, Roman vatandaşlarımızın karşı karşıya kaldığı sorunlara kalıcı çözüm getirmek olmalıdır. Sözde demokrat olan, ama işin özünde harekete geçemeyen çok daha doğrusu lafla peynir gemisini yürütmeye çalışan sivil toplum kuruluşlarının ve kişilerin, sadece Roman dernekleriyle ya da Roman vatandaşlarımızla fotoğraf vermiş olduğu da bir başka gerçek. Yaşasın mış gibi yapanlar cumhuriyeti…
Az önce Roman sivil hareketinde yer alıp siyasi arena söz sahibi olanlardan bahsetmiştik. Acaba bu grupta yer alanların kaçının mühendis, doktor, avukat ya da rütbeli asker olma gibi bir hedefi var. Bu meslekleri icra edebilmek için üniversite mezunu olmak şarttır. Ama milletvekili olmak için ilkokul mezunu olmak yeterlidir. Deyim yerindeyse cahil olmak ya da bırakılmak. Birikimli ve donanımlı biri olarak Roman camiasına hizmet etmek yerine, meclise girmek isteyenlerin, acaba derdi gerçekten de eğitim mi? Erken evlilik mi? İstihdam mı? Bu konular hakkında, seçimler kadar çıkardıkları sesin onda birini bile çıkarmadılar görüşüne katılır mısınız?
2014 yılına ait rakamlarına ve derneklerin söylediğine göre, 600 kadar üniversiteli Roman vardı. (Bu 600 kişinin de çoğunluk olarak 2 yıllık okullarda eğitim gördüğü söylendi.) YÖK’ün o sene Afyonkarahisar’da düzenlediği toplantıda üniversitelilerle ilgili açıkladığı rakam ise; 4 milyon 300 bin civarındadır. Dolayısıyla 1 (bir) üniversiteli Roman’a karşılık, 7.150 diğer üniversiteli var.
Bugün de güncelliğini yitirmeyen soru şu:
Peki, bu verilerle eşitlik nasıl sağlanacak?
Kaynak: Sinan Şanlıer (Bağımsız araştırmacı)